Kendi zevk ve keyiflerini başkalarına pompolayan , ille yap bir dene Allah aşkına ya diyen, akıllara zarar , kendine sevdalı , kendi alemine düşkün benim biricik dünyam minvalinde dolaşan , ısrar aşığı kendi en doğrusunu yaşatmaya hevesli bunu da bir hizmet olarak gören kendi gibileri görmeye sevdalı ... ( yazar nefes nefese :) Her şey O yüce kudretin kontolü altında "sakin" kal dediysekte dinletemedik ve sonuç üstteki paragraf ) Bunun da bir çok şey gibi gayet insani ve aslında iyi bir şey yapma gayesi taşıdığına inanmakla birlikte bir teşhis koymadan geçmek olmaz dedik ve 'kendi alemini en tatlı ve en doğru bilenler cemiyeti' adını koyduk. ( Alemlerin yani yaşam idrak ve algılama biçimlerinin ne kadar farklı olabildiğine bir önceki yazı da değinmiştik. Bkz: Şeyma Subaşı -Allah Herkesten Konuşur) Dolayısıyla bu farklı alemlerden gelen farklı söylem biçimleri küçümseme ve aşağılamadan uzak kalarak biraz belki şakalayarak bir dikkat çekmeyi hak ediyor dedim.
Şöyle ki siyasetten konuşulur ve bir anda konu nasıl olurda Chp 'li ya da X partili olmana gelir ve pek tabii olayları ya da hayatı ve tabii siyaseti daha iyi idrak eden kişi bir anda akıl hocalığına girişir. Anlatırda anlatır , niyeti iyidir evet ancak hangimiz kötüdür ki ?! Mesele niyet iyiliğiyle her türden konuşmayı kendimize hak bilmemizdir. Ki öyle her şeyi söyleme hakkımızda yoktur aslında. Birine bağırarak siyaset yapmaya ,daha iyi bildiğini sandığı siyaset denklemini empoze etmeye , sonra da bunu memleket elden gidiyora bağlamaya hele hiç hakkı yoktur. Ya da daha kötüsü kişiyi küçümseme tavırlarına girişir. Zira o daha iyi biliyordur. Dolayısıyla bu onun en doğal hakkıdır. Ne zamandır fazladan bir kitap okumak ya da fazladan daha makul bir analiz yapabilme kabiliyeti karşımızdakini yok etme eylemine; küçümseme, hor görme tavırlarına dönüşüyordu? Aksine daha fazla anlayış ve hoş görü sağlaması gerekli değil miydi ? Zira insan olmak bu değil miydi?
Ya da mutfağa çok düşkün bir kadının ısrarla mutfağı tavsiyesi etmesi gibi. Aslında ilgisizsindir ve bunu az az itiraf edersin ama ne mümkün ! Karşındaki, hayatında mutfağın sende hiç bir karşılığı olmasa da bunu ısrarla paylaşması, tarif göndermesi ya da birlikte tatlılar yapma plana kurması. Söylenenlere kulak arkası etmesi mümkün çünkü çok emin : mutfakta vakit geçirmek muhteşem. Spor yapan birinin hayatının manasını bulduğuna inanması ve ısrarla başkalarını dahil etmeye çabalaması gibi. Niyet şüphesiz iyi, spor çok faydalı ,mutfak çok hoş bir meşgale peki ya karşındakinin dünya algısında bunlar için pek bir yer ya da senin için olduğu kadar yer yoksa. Blogumu ilk açtığımda benzer şeyi bende yaşadım. Duyan herkesin ilgi duymasını ve hatta hemen açıp okumasını umdum. Çünkü benim alemimde, bakış açımda , bir yakınım bir blog açtıysa hemen ilgi gösterilmeli ve bir bakılmalıydı zira yazı yazıyordu ve bu emek isteyen bir şeydi. Ve tabii öyle olmadı. Benim dünyamı bir çoğu paylaşmıyordu. Ya ilgisizlik ya yoğunluk kisvesiyle yutuldu. Israrın manasızlığını bu yazıyı yazarken en başta ben tecrübe ettim. Hayal kırıklığına lüzum yok. Herkes kendi alemini yaşıyorken beklentilerimizin her mana da karşılanması imkansız. Görüştüğüm 10 kişiden benim alemimi yaşayan kaç insan vardı ki ? Dolayısyla 10 kişiden ancak 3 kişi okuyacaktı. Ki bu bile gayet iyi bir rakam. Kalan 7 kişinin beni sevmemesiyle ilgisi yok bunu biliyorum sadece ilgisini çekmiyordur. Bu kadar basit. Benim için spor ya da mutfağın onlar kadar ilgimi çekmemesi gibi.
Blogtan haber etmek yeterli devamı ona kalmış , mutfaktan , spordan aldığı zevkten ve faydasından bahsetmekse çok değerli yalnız ısrarı bir yana kişinin meyli varsa zaten onu kendiliğinden mıknatıs misali çekecektir. Siyaset algısıysa hele bir çok parametre içeriyor ;ailesi , çevresi ve hayat algısıyla alakalı ve bize nedir ki ? Sonuçta bu onun tercihidir.
Tasavvufta yanlış gördüğün bir halle ilgili bir kimseyi üçe kadar uyarma hakkın var denir. Eğer bu sayı sonrası hala durum aynıysa bırak, seni aşıyor , Allah ilgilenecektir denir. Bu minvalde ısrarcılığın nefsani bir yanı var biz göremesekte. Ama bence çok net bir örnekle : Allah doğruyu işaret eden iç sesi de 1 kez verir gerisini sana bırakır. Peygamberler de koluna yapışıp çok şey kaçırıyorsun sözüme gel ısrarı bir tarafa sadece tebliğ ettim der. Yani bize n'oluyordu ki ? Aciziz ve hayatta tutunduğumuz şeylere yapışmayı seviyoruz çünkü anlam bulduğumuz şeylerimiz sınırlı, elimizde olmadan coşup taşıyoruz. Zamanla bunun sadece senin için değerli bir eylem olduğunu öğrenip duruluyorsun. Sanki giderek gerçeğe daha çok yaklaşıyoruz. Çok şükür ki ... Sevgiyle daima.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder