Bir evden ne bekleyebiliriz ? İçeri adımımızı attığımız anda bize ne hissettirmesini umarız? Mesele yalnızca evin kendisi midir ? Çocukluktan farklı kentlerde ki farklı ev çeşitleri ve mahalle görüntüleri aşinalığından elbette görseli tatlı olanı insana cazip geliyor. Fakat evden ziyade aslında o evin enerjisini var eden yaşayanların halet-i ruhiyesinin daha önemli olduğunu zamanla öğrenmiş oldum. Dubleksliği , dekorasyonu , bahçesi , salıncağı , terası , çiçekli balkonu , mangallık alanı neeeee kadar muhteşem olursa olsun evde güleryüz , sohbet yoksa bunlarında hiçbir önemi kalmıyordu. Bunlar bilindik, birer klasik . Peki ya bizim evin halleri ?
Bir kere aşırı bir kahkaha ya da neşe havası sezinlenmez aman diyim ekstra bir heyecana yer yoktur. Zira bizim ev hayatın ritmini belli bir düzleme çoktaaaaan oturtmuş onun üstüne ya da altına ivme kazanacak her harekete kendini kapatmıştır. Ve hatta bir kahkaha anında sorar gibi bakar : Bu kadar gülünecek ne vardır ? Evin reisi vazgeçilmez repliğiyle sahnenede: ammaannnnn der. Bu zannedilmesin ki neşesi solgun bir evdir. Sadece gerçekçidir ve belli bir ritim içinde akan bu ev ahalisi itidalli olmayı seçmiştir. O kadar ! Ne demek bu? Gülecekse de belli bir ölçekteki tebbessümü ya da sevimli bir duruşu seçer, hepsi budur. Zira yeterlidir.
Gelen misafire fazladan bir muamele , fazladan bir iltifat hani sen nasıl güzel bir insansın minvalinde bir şirinlik muskaralığı hele ki ! Zinhar yoktur. Gerçek olmayan, sırf karşı tarafla bir etkileşim ya da hoşa gitsin diye yapılacak bir eylemi bizim evin bünyesi reddeder. Ne fazladan bir tatlı söz ne bir övme hali ne de övünmeyi sağlayacak bir konu ya da kişi bahsi açma isteği hani olur ya evladının nasıl muhteşem , eşinin nasıl çok iyi kazandığı vs ya da sessizliği bozma isteğiyle dedikodu edecek bir mesaisi yoktur, olamaz. Zamansızlıktan değil. Ev ahalisinin buna takati , enerjsi yoktur. En önemlisi de bu haller bünyeye terstir. Gelen misafir , evin ölçülü, doğru olduğunu düşündüğü ve vazgeçemediği yaşam stilini bozacak değildir ya .Ve hatta evin reisi seslenir ordan : Misafir mi gelmeselerde olur ! Evdeki düzene bu derece sığınılıp misafir reddedilmesini yazarımızda tasvip etmemektedir. :)
O halde ? Biraz daha yaşam enerjisi bol , hayat işte görüyor musun bakalım yarın bizi ne sürprizler getirecek heyecanında ya da oturmaya mı geldik ayol şeklinde yaşam beklentiniz varsa ... Bize buyrun yine ama garanti sıkılırsınız. Bizim ki daha çok yorulmuş birinin soğuk su bulup dinleneceği, açsa karnını doyurup şükredip yaratıcısını anacağı, fazladan sohbetlerin bile terk edildiği ; daha dingin , içsel ve tek düzeliğine karşın huzurlu bir ev vessellam . Ve hatta sevgi dolu gülümsemesiyle her an kahve yapmaya hazır birisiyle yaşamanızda ayrıca sevilesidir.
26 Temmuz 2019 Cuma
17 Temmuz 2019 Çarşamba
Şarkılar Seni Söyler - Hu
Şarkının giriş anı sanki nefes verip dirilten bir soluk sesi gibi gelmiyor mu sana da? 2010 yılında kanserden kaybettiğimiz Lhasa De Sela 'nın muazzam sesi ve klibin muhteşem görüntüleri eşliğinde...
Şarkı güzeldir çünkü iç alemimizde ki yaşam ritmimizin , kalp ritmi misali bir yansımasını buluruz. Aynı kalbimiz gibi atıyordur. Nasıl mı? Evden adımımızı atar kaldırımda yavru kedi görür bir hoş oluruz, yolda koşuşan çocuk sesleri bize baharı hatırlatır ve nedenini bilmediğimiz bir keyif duyumsarız... Yolda samimi olduğumuz esnafla gülümseyen gözlerle sohbet eder aslında bu iki çift kelamın arka planında yaşam devam ediyor biz de eşlik ediyoruz dendiğini hisseder ve nedensiz bir haz daha alırız. Zira hayat yanağımızdan bir makas almıştır adeta ve gülümseriz. Mutluyuzdur. Zihnimizin arka planında bu şarkı ve benzeri bir müzik dalgası aslında bize eşlik etmektedir. Ama o an mutlak çalmasını umursamayız. Rahman'ın bize olan sonsuz lütfu zaten bu türden bir parçayı çalmadan hissetmemize ve O'na müteşekkir kalmamıza yeterli olacaktır. Gördüğümüz hemen her şey bu klibin uzantısıdır. Çünkü insanidir. İnsana dair her şey vardır ve bu yeterlidir. Esen rüzgar bile bir teselli ve sırt sıvazlama gibi gelir , çünkü O'ndandır. Allah oradadır ve bize gizli ya da aşikar el sallamaktadır. Bitmiştir. Kurulan düzenin kurucusu ,yegane sahibiyle bir şükür veyahutta algıda bir birliktelilk hissi tüm bu şarkı ve görsel şölen zevkini yaşamaya kafidir. Çünkü hep birlikteyizdir. Allah ve ailesi -yeryüzünde ki tüm canlılar-...
Her şey bir anlam bulmaktan ibaret. Kalben ve aklen. Tek başına gönle oturtamadığında mantıkende sorgularsın ve tamam olur; bazense direkt sende mana bulmuştur, o halde soruya gerek kalmaz. Gördüğün her şeyin gerekçesini ve gerçeğini sorgulamaksızın kabul edip ; yalnız ve yalnızca gerekli ve güzel olduğunu bilmek, oturduğun yerde hayatta her şeyin mükemmel olduğunu düşünmene bunun devamında hayatından muazzam bir zevk almana sebep olabilir. Ama önce her şeyin gerekli ve güzel olduğuna 'inanmak' gerekiyor. Şarkıyı dinleyen kişinin huzuru , hayatı acısıyla tatlısıyla kabullenmiş hayatı bir dost şeklinde yaşayan ve asla hayata darılmayan o güzel insanları hatırlatıyor : Cemalnur Sargut, Samiha Ayverdi, Meşkure Sargut ve Kenan Rifai... Allah onlara benzemeyi nasip etsin. Amin. Arka fonumuzda bu şarkıyla diğer bir ifadeyle bir nevi Allah zikriyle... Aşk ile her dem, tebessümle Allah'ımıza gidelim inşallah. Amin.
16 Temmuz 2019 Salı
Rol Model Almak
Çocukluktan itibaren bize her anlamda iyi davranan büyüklerimiz , şüphesiz yol gösterici olurlar. Tavrımız : onlar diyorsa bir bildiği vardır şeklinde olur. Hatalarını görürüz ve insanlar ne yapsınlar oluruz.
Büyükleri örnek alma halimiz öyle ki şu meşhur tabirle annesine bak kızını al ya da armut dibine düşer minvaline dönüşür. Biz özel birer formken , onlara evrilirz ; hiç fark etmeden. Genç delikanlının babasına benzer yürüyüşünü hayretle izleriz. Ya da kadının annesiyle aynı tabirlerle nerdeyse aynı vurgulamalarla konuştuğuna nasıl da tanık oluruz. Bazı haller için çaresiz benzeyeceğiz, zira ayna nöronlarımız devrede. Biz daha farkında olmadan benzer gülüş ve oturuş stillerini almışızdır bir kere.
Bu görüntünün ötesinde hayata takınılan duruşu, rol model aldığımız kişinin ne kadar gerçeğe yakın , bize ışık tutabilecek bir veride, olgunlukta olup olmadığını nasıl ele acacağız? Sevmek ve başka bir örnek görememek bizi her an yanlış yapmaya teşne büyüklerimizi örnek almaya mı mecbur ediyor ? Tabii ki hayır. Böyle bir durumda hemen biz kendi zihin formumuza ve yaşadığımız tecrübelerimize göre kendi hayat stilimizi var ederiz. Peki ya senin oluşturduğun hayat algının doğruluğundan nasıl emin olabilirsin ? Mesela çocukların için bu hayatı yaşıyorsudur. Anne olmasan n'apardın sonra? Ya da bu dünyaya kimse değil yalnız kendin için gelmişsindir ve çokta fedakarlık yapmamalısındır. Veyahutta işinde iyisindir ve şarkıcı olmalısındır.Ne yaparsındır sonra ? Ne de olsa şarkı söylemek için doğmuşsundur. Peki bu hayata iş, eş, çocuktan öte kendi en iyi insanlık formumuzu oluşturmak için geldik desem ? Ben doğru olduğundan nasıl emin olacağım, insanları düşünmeye davet ederken ? Şöyle ki , düşünürler , yazarlar ve en önemlisi Allah'a en yakın insanları : insan-ı kamilleri dikkate alarak bu hayat formunu izah etmeye çalışıyorum. Buna rağmen "ammman yaşıyoruz hayatı şu ya da bu şekilde çokta önemli değil" diyecek olanlar varsa da... Buraya kadar iyi vakıt ayırmışlar derim.
İnsan-ı kamil yani olgun insanların hayata bakış biçimini ele alırsak, en ahlaki ve erdemli davranan ,"güzel ahlak" kisvesi içinde yer alanı hayata uygulamaya çalışırlar. Böyle olanla, olmayan arasında ki ayrımı nasıl buluruz ? Hemen basit bir mantıkla etrafımızdaki büyükleri kısaca tanıyalım: Mesela annemiz doğru olanı yapmak isteğiyle değilde sırf kendisi için doğru olanı yapmak kolaycılığına kaçıyordur , hakikatin bir önemi yoktur. Ya da babamız hemen öfkelenen , aşırıya kaçan duygu yoğunluğuyla olaylara yaklaşıyordur ve gerçeği yakalamaktan uzak kalıyordur. Ya da çok sevdiğimiz abimiz hayata bir kere geldim mottosuyla her anını keyif anlamında değerlendiriyordur ve yapılması gerekli kimi şeyleri ıskalıyordur. Veyahutta ablamız en doğru yaşam stili kendisinin zannıyla diğer hayatları hafife alıyordur. Oysa yaşanabilir değerli tek bir hayat formu yoktur, ama bunu umursamıyordur. Peki ya daha daha büyük rol alınabilecekler... Mesela deden, babaannen, anneannen ? Deden yaşlandıkça esnemek yerine katılaşmıştır kendisine benzemeyenleri reddediyordur. Başka bir büyüğünse dedikodu etmeyi kötülerken hemen akabinde birileri hakkında konuşmaktadır.
Peki kimi rol model almalıydım ? Herkesin bir çıkmazı vardı ve her biri hayatın kara deliğine takılmıştı. Oysa birini örnek almak istiyorsam her türlü duruşuyla bana örnek olmalı , dediğiyle bir yaşamalı , kendi hayatının değerini bilirken başkalarının yaşamını ıskalamamalı , doğru ve güzel olanı yapmaya programlı olup bunu kendiliğinden yapmaya elverişli bir yaradılışa sahip olmalı. Evet ! Bu ancak bir insan-ı kamil olmalı. Onu taklit etme tercihin doğal bir akışta gerçekleşir,kendiliğinden. Çünkü aklın ve gönlün işte bu dediği bir manaya kendi kendine çekilir ve bir bakarsın ki birinin önünde diz çökmekte , dinlemektesindir ve ona benzemek istemektesindir. Benim için bu şahsiyet Kenan Rifai oldu. Nasıl biri olduğunu annesinin nasihatlerinden çıkarmak mümkün : ‘İnsanları seveceksin.Senin içinde tükenmez af, merhamet ve müsamaha hazineleri var. Onun için yalnız insanları değil bütün mahlukatı aynı yorulmaz hız ve aynı tükenmez iştiyakla seveceksin. Sende mevcut cevherleri cömertçe harcamalısın. İnsanları insanlara iştirak ederek, hatalarında ve sevaplarında onlarla bir olarak seveceksin. Doğumları ile çoğalıp ölümleri ile eksilecek kadar onlardan olacaksın.” diyerek büyütüldü.
Merhametli , nefretten uzak, insan sevgisiyle dolup taşan, başkalarının gürültülü eğlencelerine bile onların zevkinden zevk duyarım diyen ve hiç kızmayan zira her zevkin Allah'a götürücü olduğunu bilen. Daima iyilik, iyi niyet ve güzel düşünce içinde olan, daima Allah'ıyla ve dolayısıyla insanlara faydalı olmak ve hizmet eder şekilde bulunan... Anlatmakla bitirilemeyen...Hala yaşadığına ve yol gösterdiğine inandığım, ölen hayvan imiş aşıklar ölmez cihetiyle bize her an ışık tutan... Allah'ın büyük sevgilisi ! Çok şükür ! Ruhu, manası üzerimize olsun. Benzemek nasip olsun inşallah. Amin.
Büyükleri örnek alma halimiz öyle ki şu meşhur tabirle annesine bak kızını al ya da armut dibine düşer minvaline dönüşür. Biz özel birer formken , onlara evrilirz ; hiç fark etmeden. Genç delikanlının babasına benzer yürüyüşünü hayretle izleriz. Ya da kadının annesiyle aynı tabirlerle nerdeyse aynı vurgulamalarla konuştuğuna nasıl da tanık oluruz. Bazı haller için çaresiz benzeyeceğiz, zira ayna nöronlarımız devrede. Biz daha farkında olmadan benzer gülüş ve oturuş stillerini almışızdır bir kere.
Bu görüntünün ötesinde hayata takınılan duruşu, rol model aldığımız kişinin ne kadar gerçeğe yakın , bize ışık tutabilecek bir veride, olgunlukta olup olmadığını nasıl ele acacağız? Sevmek ve başka bir örnek görememek bizi her an yanlış yapmaya teşne büyüklerimizi örnek almaya mı mecbur ediyor ? Tabii ki hayır. Böyle bir durumda hemen biz kendi zihin formumuza ve yaşadığımız tecrübelerimize göre kendi hayat stilimizi var ederiz. Peki ya senin oluşturduğun hayat algının doğruluğundan nasıl emin olabilirsin ? Mesela çocukların için bu hayatı yaşıyorsudur. Anne olmasan n'apardın sonra? Ya da bu dünyaya kimse değil yalnız kendin için gelmişsindir ve çokta fedakarlık yapmamalısındır. Veyahutta işinde iyisindir ve şarkıcı olmalısındır.Ne yaparsındır sonra ? Ne de olsa şarkı söylemek için doğmuşsundur. Peki bu hayata iş, eş, çocuktan öte kendi en iyi insanlık formumuzu oluşturmak için geldik desem ? Ben doğru olduğundan nasıl emin olacağım, insanları düşünmeye davet ederken ? Şöyle ki , düşünürler , yazarlar ve en önemlisi Allah'a en yakın insanları : insan-ı kamilleri dikkate alarak bu hayat formunu izah etmeye çalışıyorum. Buna rağmen "ammman yaşıyoruz hayatı şu ya da bu şekilde çokta önemli değil" diyecek olanlar varsa da... Buraya kadar iyi vakıt ayırmışlar derim.
İnsan-ı kamil yani olgun insanların hayata bakış biçimini ele alırsak, en ahlaki ve erdemli davranan ,"güzel ahlak" kisvesi içinde yer alanı hayata uygulamaya çalışırlar. Böyle olanla, olmayan arasında ki ayrımı nasıl buluruz ? Hemen basit bir mantıkla etrafımızdaki büyükleri kısaca tanıyalım: Mesela annemiz doğru olanı yapmak isteğiyle değilde sırf kendisi için doğru olanı yapmak kolaycılığına kaçıyordur , hakikatin bir önemi yoktur. Ya da babamız hemen öfkelenen , aşırıya kaçan duygu yoğunluğuyla olaylara yaklaşıyordur ve gerçeği yakalamaktan uzak kalıyordur. Ya da çok sevdiğimiz abimiz hayata bir kere geldim mottosuyla her anını keyif anlamında değerlendiriyordur ve yapılması gerekli kimi şeyleri ıskalıyordur. Veyahutta ablamız en doğru yaşam stili kendisinin zannıyla diğer hayatları hafife alıyordur. Oysa yaşanabilir değerli tek bir hayat formu yoktur, ama bunu umursamıyordur. Peki ya daha daha büyük rol alınabilecekler... Mesela deden, babaannen, anneannen ? Deden yaşlandıkça esnemek yerine katılaşmıştır kendisine benzemeyenleri reddediyordur. Başka bir büyüğünse dedikodu etmeyi kötülerken hemen akabinde birileri hakkında konuşmaktadır.
Peki kimi rol model almalıydım ? Herkesin bir çıkmazı vardı ve her biri hayatın kara deliğine takılmıştı. Oysa birini örnek almak istiyorsam her türlü duruşuyla bana örnek olmalı , dediğiyle bir yaşamalı , kendi hayatının değerini bilirken başkalarının yaşamını ıskalamamalı , doğru ve güzel olanı yapmaya programlı olup bunu kendiliğinden yapmaya elverişli bir yaradılışa sahip olmalı. Evet ! Bu ancak bir insan-ı kamil olmalı. Onu taklit etme tercihin doğal bir akışta gerçekleşir,kendiliğinden. Çünkü aklın ve gönlün işte bu dediği bir manaya kendi kendine çekilir ve bir bakarsın ki birinin önünde diz çökmekte , dinlemektesindir ve ona benzemek istemektesindir. Benim için bu şahsiyet Kenan Rifai oldu. Nasıl biri olduğunu annesinin nasihatlerinden çıkarmak mümkün : ‘İnsanları seveceksin.Senin içinde tükenmez af, merhamet ve müsamaha hazineleri var. Onun için yalnız insanları değil bütün mahlukatı aynı yorulmaz hız ve aynı tükenmez iştiyakla seveceksin. Sende mevcut cevherleri cömertçe harcamalısın. İnsanları insanlara iştirak ederek, hatalarında ve sevaplarında onlarla bir olarak seveceksin. Doğumları ile çoğalıp ölümleri ile eksilecek kadar onlardan olacaksın.” diyerek büyütüldü.
Merhametli , nefretten uzak, insan sevgisiyle dolup taşan, başkalarının gürültülü eğlencelerine bile onların zevkinden zevk duyarım diyen ve hiç kızmayan zira her zevkin Allah'a götürücü olduğunu bilen. Daima iyilik, iyi niyet ve güzel düşünce içinde olan, daima Allah'ıyla ve dolayısıyla insanlara faydalı olmak ve hizmet eder şekilde bulunan... Anlatmakla bitirilemeyen...Hala yaşadığına ve yol gösterdiğine inandığım, ölen hayvan imiş aşıklar ölmez cihetiyle bize her an ışık tutan... Allah'ın büyük sevgilisi ! Çok şükür ! Ruhu, manası üzerimize olsun. Benzemek nasip olsun inşallah. Amin.
Matrix 'ten Mesaj Var
Dünya bir oyalanma, gerçeğin örtülü yeri. Hakikat, Dünya'nın ötesinde bu rakamlar gibi görünenin içinde bir gizem. Önce Matrix'i diğer anlamda Dünya'yı aşmak gerek. Bunun açıklanması için bize bir ilim deryası gerek. Tasavuuf !
Peki ya siz tasavvufu sıkıcı , karaya oturmuş bir gemi misali eskimiş, yosun bağlamış bir kavram mı zannetmiştiniz ? Eğer böyle bir zannınız varsa Matrix'in nerdeyse tamamının tasavvufi bir metin olduğunu söylesem ne hissedersiniz ? Bu filmin, Tasavvufta anlatılan hemen her kavramın bir karşılık bulduğu , sembollerle ifade edilen bu Dünya'nıın sonradan yaratılan, (bkz: Diğer yazım, Muazzam ötesi bir deneyimin zaman zaman sıkıcı gelmesi) sadece deneyimlenmesi gereken şeyler için bir zemin, bir platform olduğu gerçeğine çok hoş , bol aksiyonlu vurgu yapan bir görsel şölen olduğunu belirtebilirim. Daha detaylı bilgi için uzun uzun tasavvufi bilgiyle harmanlanmış Matrix'e önemli açıklamalar getiren Gürdal Öztürk'ün videosunu önerebilirm. ( https://www.youtube.com/watch?v=mO2-y4DGl34&t=48s) Devamı bu linkin kimi kısımlarının yazıya aktarılmasıdır.
Neo: Biz. Gerçeği aralamak için bekleyen. Morpheus: Akıl Trinity: Kalp Bu kişilerin sembolize ettiği anlamlar bunlardır ve aslında bu 3'lü 1 kişiyi ifade eder. Peşindeki ajanların temsil ettiği kavramlar ise; korku, şüphe ve inançsızlık.
Meşhur soru : Mavi hap mı , kırmızı hap mı? Kırmızıyı tercihi edersen hakikate yol alırsın, mavide ise hayatının uyuklama haline devam edersin. Aslında her konuda bu 2 hap karşımıza çıkmaktadır. Her daim kırmızıyı seçersek Dünya acılarının üzerinde çıkıyoruz.
Ajanlar tarafından Neo'nun göbek deliğinden zerk edilen izleme aygıtının kalpla sembolize edilen Trinity'le dışarıya çıkarılması ve aygıtın ışığının sönmesiyle alakalı : Şüphe ve korkuların içimizde bu şekilde ışığının yanması tamamen bizimle ilgilidir. Çünkü onlara besleriz.
Neo'nun kırmızı hapı içerek tekrar doğduğu , gerçeklere tanık olduğu ,her yanı kablolarla bağlı bir fanusta gözünü açması ve herkesin aynı kablolarla bir şeylere ya da birilerine bağlı olmasıyla ilgili : Burada sembolize edilen kablolar herkesin bir şeylere bağlı olduğu gerçeği. Mesela ; zenginlik , kişiler , geçmiş, ünvan, iş, çocuk, eş... Oysa enteresandır peygamberler yetimdir, mutlu , mesut bir çocuklukları yoktur. Bizi Dünya'ya bağlayan şeylerin farkına varmalıyız. Bunun eşi olmak, ev sahibi olmak, baba olmak vs. bağlarla Dünya'ya bağlıyız. Farkına varmamız istenen hakikatte biz yetimiz , farkına varmalıyız. Bizim Allah'a olan bağımızdan başka bir bir bağımız yok. De ki: Allah bana yeter. Ddiğer her şey geçici.
Neo'nun gemide ki eğitimi : Bir tekke, bir psikologla olan seans gibi , doğada sevdiğimiz bir yer gibi. Yani özümüzü idrak ettiğimiz yerdir gemi. Matrix'e ense lobuyla giriş yapılır ve Matrix'e bağlanır. Bu gerçekleşirken gevşe denir. Bu önemlidir. Zira stresliylen hakikati kavrayamayız.
Düşmanımız başkası değil bilinçsizliktir. Peygamberimizin savaştan dönerken dediği gibi küçük savaştan büyük savaşa döndük. Yani kendi nefsimizle olan savavaşa. Dünya da 2 grup insan var : Uyuyanlar ve uyananlar...
Bir eğitimde kırmızılı kadına gözünün takılması. Burda kırmızılı kadın Dünya nimetlerini temsil eder. Dünya'nın nimetlerine, güzel kadın, yakışıklı erkek , iş , mevkii vs takılıp kalmamızdır anlatılmak istenen. Ve hemen akabinde ajan belirir. Dolayısıyla meyil duyduğun nimetlerin ne kadar tehlikeli olabileceğini bilemezsin, meyil duyduğun şeye dikkat et denir.
İç sesini duymaktır mesele , bunu yapmak demek Matrix'ten çıkmak demek.
Kel çocuğun kaşığı eğmesi... Bunun bir çocuğun yapması , bilginin herkesten gelebileceğinin farkında olmamıza işaret eder. (Bkz: Diğer yazım, Şeyma Subaşı -Allah herkesten konuşur.-) Bu arada burada ki mesaj kaşığı eğmek için önce kendini eğmelisin.Yani birini değiştirmek istiyorsan önce kendin değişmelin. Okuyan bir çocuk istiyorsan önce kendin bir okur olmalısın.
Everest Dağına helikopterle çıkanda var, mücadele vererek çıkanda...Hakikat yolcusu vardığı yerde muhteşemlik beklememeli, sadece gittiği yolu önemsemeli. (Kendi takımlarından hainlik yapan kişiye dair) Bu yolu yürürken edindiği bilinç evreleri kıymetli. Tekamül süreci önemli.
Mermileri tek eliyle durdurduğu sahne...Mesela biri bizi eleştirir, kırıcı bir hal zuhur eder vs. Şimdi bu can sıkıcı hali üzerine gelen bir mermi gibi düşün ; istersen vurulup yaralanabilirsin istersen durdurup hiç etkilenmeyebilirsin. Çünkü o mermiye yani o hale anlam ve enerjiyi yükleyen sensin ; dolayısıyla seçim senin.
Neo tekrar dirildiği, insan-ı kami olarak uyandığı an her şeyi bir yazılım olarak görür. Ne demektir bu? Gördüğü hiç bir şeyin olmadığını ,onları ayakta tutanın yalnızca Hak olduğunu ifade eder.
Sonuç olarak; niye bunlar başıma geliyor demeyip, biricik olduğumuzu fark ederek, hapın tercihini yapacağız... Kırmızı hapı bile bir yerde terk etmek akılla yola çıkıp sonra akıldan da çıkmak gerekiyor. Bu bir hayat filmi... Aynı film izler gibi çokta etkisinde kalmayarak ; olaylara , ölümlere takılmamalıyız. Zira sadece bir film oynuyordur.
14 Temmuz 2019 Pazar
Şükür
Giydiğin etek efil efil salınır tenine deyer. Rüzgar eser saçına savrulur , tatlı tatlı gözün kaşınır. Kaldırım sende kadifemsi yumuşak bir toprak hissiyle önünde taş yol olmaktan çıkar sevimli bir patika haline gelir. Ağaçlar sohbet ediyor gibidir dalları birbirine deyer , kuşlar tatlı bir olayın habercisi gibi cıvıldar, göküyüzü bu gördüğünün ötesi var diye mırıldar ... Allah'ı düşünüyorsan her şey bir anda canlanıverir. Böyle düşündürten Allah'a bin şükür zira O'nsuz asla bu hissiyata giremezdim.
Blog açarak Dünya da çok bilindik bir eylemi tekrar ederken aslında Allah'ınla senin aranda bir sır (artık değil ) meydana gelir zira artık Dünya'nın içinde sana özel bir yer açılmıştır : bir blog. Ve yazmanın hazzı , röportaj verir gibi fikir belirtmenin tatlılığını , Dünyada 5 kuruş ödemeden kendine ait bir ev inşa etmenin keyfini çıkarırsın. O ev de hocandan, hocalarından, Allahından bahsetmenin ; tek bildiğin ve aşina olduğun kendi iç aleminin yansımasını bazen keyif alarak bazen hayretle izlersin. Zira yazarken kendini okumaktasındır ve kendine tanık olursun.
Bebeklerde ki gülümseme ve masumiyetinden Allah'a gidersin ve yaratıcının muazzamlığına hayret edersin. Ve bunu görebilme , hissedebilme kabiliyetine müteşekkir kalırsın. Çünkü bilirsin ki bu görme ve tefekkür gücü de ancak ve ancak Allah'ın yardımıyla gerçekleşiyordur. O olmadan nefes alamaz , 1 saniye olsun hissedemezken O'nsuz neyi yapabilirsin ki ?! Hal böyle olunca her an secdedeymiş gibi bir şükür ve yokluğunu hissetme en azından bunu fark etme halini yaşarsın ki bu da çok çok değerlidir.
Kuşların sesi , rengi , keyfi ...Ağaçların dallarının sallanışı ve yaprakların aheste aheste yere düşüşü... "O istemese bir yaprak bile düşmez" ifadesini düşünürsün ve nasıl da Allah'la her an temas içinde olduğunu... Sürekli bir muamele, bir görüşme ,bir bakışma hali... Allemlerin Rabbi bize tenezzül mü ediyordu , hem de her an ! Uyanık kalmak çok değerli. Dünya işlerine dalıp gitmemek...Neden burdayım ? Ne için yaşıyorum ? Bu iki soruyu akıldan çıkarmak demek ölmek demek ,bir anlamda. Ve Allah'ın bize bunu unutturmaması , öğretmesi , her an hatırlatması , yoldan sapınca nizama sokması, bizi sevdiğini hemen her an vurgulaması, bizden hiç vazgeçmemesi...
Yaşadığım hayatın muazzam olduğunu düşündürtmesi , rüzgara , çiçeğe hayret ettirmesi, sahip olduklarımı yeterli ve hatta fazla buldurtması, artan kiloma ve olmayan elbiselerime rağmen kendimi güzel buldurtması, annemi babamı içime içime sokma isteğimin güzelliği, her şeyi O'nun yaptığını düşündürtmesi (Her yapılan şeyi Allah'tan bil. -Kenan Rifai-) kafam karıştığında dayandığım muazzam bir hocamın oluşu ve daha nice nice nice olan biten... Allah'ıma minnettarım vesselam !
Benim Alemim De Benim Alemim
Kendi zevk ve keyiflerini başkalarına pompolayan , ille yap bir dene Allah aşkına ya diyen, akıllara zarar , kendine sevdalı , kendi alemine düşkün benim biricik dünyam minvalinde dolaşan , ısrar aşığı kendi en doğrusunu yaşatmaya hevesli bunu da bir hizmet olarak gören kendi gibileri görmeye sevdalı ... ( yazar nefes nefese :) Her şey O yüce kudretin kontolü altında "sakin" kal dediysekte dinletemedik ve sonuç üstteki paragraf ) Bunun da bir çok şey gibi gayet insani ve aslında iyi bir şey yapma gayesi taşıdığına inanmakla birlikte bir teşhis koymadan geçmek olmaz dedik ve 'kendi alemini en tatlı ve en doğru bilenler cemiyeti' adını koyduk. ( Alemlerin yani yaşam idrak ve algılama biçimlerinin ne kadar farklı olabildiğine bir önceki yazı da değinmiştik. Bkz: Şeyma Subaşı -Allah Herkesten Konuşur) Dolayısıyla bu farklı alemlerden gelen farklı söylem biçimleri küçümseme ve aşağılamadan uzak kalarak biraz belki şakalayarak bir dikkat çekmeyi hak ediyor dedim.
Şöyle ki siyasetten konuşulur ve bir anda konu nasıl olurda Chp 'li ya da X partili olmana gelir ve pek tabii olayları ya da hayatı ve tabii siyaseti daha iyi idrak eden kişi bir anda akıl hocalığına girişir. Anlatırda anlatır , niyeti iyidir evet ancak hangimiz kötüdür ki ?! Mesele niyet iyiliğiyle her türden konuşmayı kendimize hak bilmemizdir. Ki öyle her şeyi söyleme hakkımızda yoktur aslında. Birine bağırarak siyaset yapmaya ,daha iyi bildiğini sandığı siyaset denklemini empoze etmeye , sonra da bunu memleket elden gidiyora bağlamaya hele hiç hakkı yoktur. Ya da daha kötüsü kişiyi küçümseme tavırlarına girişir. Zira o daha iyi biliyordur. Dolayısıyla bu onun en doğal hakkıdır. Ne zamandır fazladan bir kitap okumak ya da fazladan daha makul bir analiz yapabilme kabiliyeti karşımızdakini yok etme eylemine; küçümseme, hor görme tavırlarına dönüşüyordu? Aksine daha fazla anlayış ve hoş görü sağlaması gerekli değil miydi ? Zira insan olmak bu değil miydi?
Ya da mutfağa çok düşkün bir kadının ısrarla mutfağı tavsiyesi etmesi gibi. Aslında ilgisizsindir ve bunu az az itiraf edersin ama ne mümkün ! Karşındaki, hayatında mutfağın sende hiç bir karşılığı olmasa da bunu ısrarla paylaşması, tarif göndermesi ya da birlikte tatlılar yapma plana kurması. Söylenenlere kulak arkası etmesi mümkün çünkü çok emin : mutfakta vakit geçirmek muhteşem. Spor yapan birinin hayatının manasını bulduğuna inanması ve ısrarla başkalarını dahil etmeye çabalaması gibi. Niyet şüphesiz iyi, spor çok faydalı ,mutfak çok hoş bir meşgale peki ya karşındakinin dünya algısında bunlar için pek bir yer ya da senin için olduğu kadar yer yoksa. Blogumu ilk açtığımda benzer şeyi bende yaşadım. Duyan herkesin ilgi duymasını ve hatta hemen açıp okumasını umdum. Çünkü benim alemimde, bakış açımda , bir yakınım bir blog açtıysa hemen ilgi gösterilmeli ve bir bakılmalıydı zira yazı yazıyordu ve bu emek isteyen bir şeydi. Ve tabii öyle olmadı. Benim dünyamı bir çoğu paylaşmıyordu. Ya ilgisizlik ya yoğunluk kisvesiyle yutuldu. Israrın manasızlığını bu yazıyı yazarken en başta ben tecrübe ettim. Hayal kırıklığına lüzum yok. Herkes kendi alemini yaşıyorken beklentilerimizin her mana da karşılanması imkansız. Görüştüğüm 10 kişiden benim alemimi yaşayan kaç insan vardı ki ? Dolayısyla 10 kişiden ancak 3 kişi okuyacaktı. Ki bu bile gayet iyi bir rakam. Kalan 7 kişinin beni sevmemesiyle ilgisi yok bunu biliyorum sadece ilgisini çekmiyordur. Bu kadar basit. Benim için spor ya da mutfağın onlar kadar ilgimi çekmemesi gibi.
Blogtan haber etmek yeterli devamı ona kalmış , mutfaktan , spordan aldığı zevkten ve faydasından bahsetmekse çok değerli yalnız ısrarı bir yana kişinin meyli varsa zaten onu kendiliğinden mıknatıs misali çekecektir. Siyaset algısıysa hele bir çok parametre içeriyor ;ailesi , çevresi ve hayat algısıyla alakalı ve bize nedir ki ? Sonuçta bu onun tercihidir.
Tasavvufta yanlış gördüğün bir halle ilgili bir kimseyi üçe kadar uyarma hakkın var denir. Eğer bu sayı sonrası hala durum aynıysa bırak, seni aşıyor , Allah ilgilenecektir denir. Bu minvalde ısrarcılığın nefsani bir yanı var biz göremesekte. Ama bence çok net bir örnekle : Allah doğruyu işaret eden iç sesi de 1 kez verir gerisini sana bırakır. Peygamberler de koluna yapışıp çok şey kaçırıyorsun sözüme gel ısrarı bir tarafa sadece tebliğ ettim der. Yani bize n'oluyordu ki ? Aciziz ve hayatta tutunduğumuz şeylere yapışmayı seviyoruz çünkü anlam bulduğumuz şeylerimiz sınırlı, elimizde olmadan coşup taşıyoruz. Zamanla bunun sadece senin için değerli bir eylem olduğunu öğrenip duruluyorsun. Sanki giderek gerçeğe daha çok yaklaşıyoruz. Çok şükür ki ... Sevgiyle daima.
Şeyma Subaşı - Allah Herkesten Konuşur-
Biri bir şey söyler ve sende ki manası çok farklı olur ya hani. Çünkü sende ki (senin aleminde-iç dünyandaki-) karşılığı çok başka olur. Hani sen biriyle bir şey paylaşırsın , sen daha cıvıl cıvılsındır ama karşında ki tepkisiz, donuk , hevessiz ve bezgindir. Ve sence bu çokça antipatik hareket çokça can sıkıcıdır. Yoksa sevmediğin insanlardan biri midir o? Evet. Neden ? Çünkü bir şey yapar ya da söyler ve sen ne olduğunu anlayamazsın o halde sence bu direkt anlamsız ya da saçmadır. Zira anlam veremediysen ancak o öyledir , başka türlüsünü düşünmeye ne hacettir ! O sevilmeyi hak etmiyordur, zaten bunları sen çok iyi bilirsindir ve böyle insanlardan hiç haz etmezsindir , hiç çekemezsindir. Zaten yaşında bu teşhisleri koymaya çok müsaittir çünkü bu yeryüzünde eskimişsindir. Ve senin çok tatlı , çok biricik, muazzam dünyanda bunları düşünmeye hakkın vardır . Çünkü en başında sen böylesindir , başka ne yapabilirsin ki!
İnsanların birbirini hafife aldığına dair yazı yazarken ; hafife alan tarafı, hafife almam demek ; yazmamda ki gayeyi kaçırmam ve aynı hataya düşmem demek olacaktır. Zira istemsizce yapılan ben büyüğüm sen küçük mealinde bu karşı tarafı farkında bile olmadan küçümseme ve eylemlerini lüzumsuz bulma (Örn: Sadece Şeyma kitabı) hali bir kibrin nişanesi. Nefeslerimiz her 'an' bir yaratıcıya muhtaçken ; biz kimi küçümseyebiliriz ki?! Her 'an' Allah'a muhtaçken.
Dünya'nın yaklaşık 7 buçuk milyar insanı demek , bu sayının paralelinde 7 buçuk milyar insanın duruş şekli, anlama kapasitesi , idrak seviyesi , anlatım tarzı , yaşama biçimi , konuşma şekli, ses rengi, bakış biçimi, yürüyüş stili , doğru bildiği hayat algısı , din ritüeli... Gibi çoğaltılabilecek tavır ve tarzda insanı var demektir ve bazıları benzer alem de benzer düşünce biçimlerini yaşıyorken ; bazıları inanılmaz zıt başka alemleri yaşıyor olabilirler -zihinlerinde alemi- Bu hali , aynı evde yaşayan bir ailede yaşayabilir ki bazı kardeşler hiç anlaşamaz çünkü zihinlerinde ki alem başkadır , bazı iş yerlerinde ki ortamlarda hemen yan masada ki adamı beğenmeyiz çünkü yine aynı şekilde alemlerimiz başkadır. Dolayısıyla her birimizin bakış, duruş ya da konuşma biçimi farklılığı rahatsızlık yaratabilir. Çünkü evet bir türk film repliğiye biz başka dünyanın insanlarıyızdır !
Her şey bir idrak seviysi. Şeyma Subaşı bu kitabı yazarak iyi etti mi ? Evet. Bir kere 'olanda hayır var' denir hayırlı bir şey olduğunu bize işaret eder. İki, bu ülkede hatta Dünya da Şeyma Subaşı gibiler kim bilir kaçtır? Yani onların dünyasından onların dilinden konuşan birine tabiatıyla ihtiyaç duyuyorlardır ve nihayet bir kitap daha gelmiştir. Üç Şeyma Subaşı örneğinden giderek Şeymalar için sadece bir tanesi için bile bir moral bir hoşluk verecek bir nağme kitapta bulmuş ya da bulabilir oluyordu ki bu da bir insanın ihtiyacını gidermek demekti ve bundan daha değerli bir şey olamazdı.
İdrak seviyesi belli bir düzlemde olanlar, küçümsemek bir yana iyi ki derken birileri azımsama ve ne gerek minvaline kendi hayatlarına devam ediyor ve bir yandan nefslerini farkında olmadan şişiriyorlardı. Çünkü unutuyorlardı bu alem için her şey gerekli. İnanılması güç geliyor olabilir ama Sadece Şeyma kitabı da gerekli. Sonuçta bizim için değilse de birileri için bir amaca hizmet ediyor ve 40 bin kadar (okunduğu sayı) kişi için besbelli bir şey ifade ediyor. O halde tamamdır bir ihtiyaç daha giderilmiştir.
İdrak seviyesi algısına da aslında bir anlamda çok takılmamak gerekiyor. Her an büyüyoruz. Hiç birimiz geçen hafta ki hatta dünkü insan değiliz. Birilerini beğenmemek bir yana hatırlayın lise de nasıl aptalca şeyler yapmışızdır , ünirsitedeki yaşam algımız hele tam bir komedidir. Giderek daha olgun ve tecrübe sahibi oluyoruz. Birileri bizim algımızdan çok farklı yaşıyorsa filan n'olmuş ? Herksin hayat algısı, büyüme şekli başka başkadır. Çokça değerli bir söz Samiha anneden geliyor. İdrak seviyesi , büyük , küçük demeden , çocuk , ihtiyar ,ünlü , gezgin, şu, bu demeden herkesi ciddiye almaya davet ediyor bizleri. Diyor ki Samiha Ayverdi : "Ben keşkülümü(kabımı) herkese uzatırım, zira kimden ne alacağım belli olmaz." Ne demek bu ? Herkesten bir cevap alabilir ,hiç ummadığın bir kimseden bir anlam bulabilirsin. Çünkü nefes 1. . Gelen mana 1. La ilahe illallah diyoruz. Ne demek istiyoruz? Bütün anlayış ve kabiliyetlerimiz illallahtan geliyor. Keşkülünü herkese uzatan koca Samiha annenin tavrını yabana atamayız. Bu anlamda , verilen örnek devamında yeni çıkan kitabın değersizliğinden ne kadar emin olabiliriz? Allah herkesten konuşur.
12 Temmuz 2019 Cuma
Muazzam Ötesi Bir Deneyimin Zaman Zaman Sıkıcı Gelmesi !
Gördüğün bu karenin bir sonsuzluk uzantısını yani her yeri ve her şeyi kapladığını hayal et. Sana verilen mana(tasavvufi anlamda isim) programını açığa çıkartman isteniyor. Ama bunun bu siyah sonsuzluk içinde olması değil de ordan kopup , taşıp ; bir şekil , uzay , kainat, renk, ışık gibi "sonradan" var olan ve ismi nerden geldiği bilinmyen bir gezegen olan Dünya da mana programını açığa çıkartman için işte bu mavi nokta hazır ediliyor. Her şey planlı, her şey bir amaca hizmet ediyor. Zira akıllara zarar , fakat gördüğün her şey "sonradan" , yaradılmış olan.
Ve bu sonsuz siyah zemin de bir mavi nokta olarak , ismi kadar kendisinden emin ve artık Dünya'nın yapısına, maddeliğine yakışır cihette 'sonradan' var olmasına aldırmadan artık görünenin içindeki soyut olan : mana, anlam, güzellik ,Allah değil ; Dünya'nın işaret ettiği daha değerli olacaktır. Çünkü Dünya içtiği sigarası, yudumladığı rakısı , yediği meyvesi , gördüğü kuşlar kadar aşikardır. Ama esasen bu netliği verenin ; içtiği sigarada ki görünmeyen hazzı olduğunu , rakıdakı adını koyamadığı gevşekliği ve neşeyi veren ya da uçan kuşları görmenin onda ki görünmez hissi yanını aslolan yaşama temeli ve hayata bağlayanı olduğunu görmez bile. Çünkü anlayamaz ki mesele elinde ki maddi gıdalar değil uyandırdığı yine görünmez soyut manalardır. Yani aslında Dünya da her ne görüyorsa bunun arka planın da en baştaki siyah sonsuzluğun derinliğinden gelen soyut bir ifade vardır. Ama hayır! Dünya da her şey aşikardır ! Mana ne ola ki?
9 yaşındasın annen lunaparka götürüyor.( Görünen arkasında ki gizli kahraman daima Allah. Götüren Allah , zira "Her yapılan şeyi Allah'tan bil.") Peki gittiğin lunaparkın senin ve diğer mana yolcuları için keyif alman adına hemen 1 saniye önce yaratıldığını söylesem. Hani bir ihtiyarın 'evlat bizim zamanımızda buralar hep dutluktu' demesi gibi . Aslında o zaman olmayan lunaparkın "hala" olmadığını söylesem. Ve yine daha şimdi senin için dumanı üstünde bir lunaparkın oluşturulduğunu söylesem. Nasıl mı ? Sanki Dünya nefes alıyor , her şey canlı , hareketli; nefes veriyor Allah'ına dönüyor yardım bekliyor zira nefese muhtaç. Nefes alınca tekrar hayat aynı düzlemi ve akışında devam ediyor desem ... Ve biz bu akışı katiyen göremiyorsak... Peki ya bu ilk siyah karede ki kaynağımızdan gelen bir şaka olsa. Çokça aşikar bir şeyi görememe şakası. Allah yoksa her an bize gülümseyerek biz kullarına bebek misali "ce eeee" mi yapıyordu ve biz ısrarla görmüyorduk. Çok saçma ! (Mı?! ) An tabiri caizse Allah soluğuyla her an hayat vermekte kişilere ve olaylara. Yani her şey canlıysa bu anlamda , her şey ve biz muazzam hatta muazzam ötesi bir yolculuk yapıyorsak ... Bir dairenin başladığı noktaya geri dönme telaşının bir benzeri olarak tamamlanma ihtiyacıyla başı kesik tavuklar gibi Dünya da koşuşturuyorsak... Ve doğru kafayı ve netliği bulmaya çalışıyorsak. Üstelik başı kesiklerin çarpmasından birde (!) rahatsız oluyorsak (bir önceki yazı: halden anlamak)
Hiçbir şey yapmaya ya da başkalalarının yaptığı şeyleri yapmaya hala güç bulamıyorsan... Yani Dünya ,Dünya işte. Hep bilindik büyük balık küçük balık meselesi, nobran insanlar çoğunluğu , kederli olaylar ve hiç bitmemesi... Dünya yani ... Muazzam ötesi , peh ! Her şey bir amaca hizmet ediyor ve her 'an' senin için tekrar tekrar var ediliyor demiştik. Bunlar hiç bir zaman bitmeyecek pek tabii burası Dünya diğer bir adıyla havuz desek . Başka başka tekamül seviyesinde ki insanlarla aynı havuzda yüzüyoruz. Bir düşünsene! Yüzemeyen, batan çıkan , başkasını boğma pahasına kafasına tutunan , yüzen ve bununla övünen , yüzemeyen ve bu havuz bana göre değil diyen ama dünya gibi içinden çıkamayan, boğulmayı tercih eden ve terk edip giden ... Ama bir dakika! Birde yüzmede profesyonel olan ama yüzmeyi bırakıp yüzmeye çalışan ve hatta boğulanın elinden tutanlarda var. Yani 'öğreten'.Hem de sevgiyle ...Örnek alacağımız insanlara ihtiyacımız var. Aksi halde en iyi yüzme stiline sahip olduğumuzu sanıyoruz ve saçmalıyoruz.
Bu arada demek sıkılıyorsun. Peki :)
Halden Anlamak
Dedeni izlerken düşünürsün artık ona yapılacak bir eylemden sonra oturabilmek bile haz veriyordur. Haftada bir gün hayırlı Cumalar temennisiyle aramanın ona nasıl iyi geldiğini , memnuniyetini anlar ve her hafta aramak için telefonun alarmını kurarsın. Çünkü kişiyi mutlu etmenin bu ufak şeylerle olabileceği halini anlamışsındır.
Sevdiğin bir yakınının seni rahatsız eden ve sence çokça yanılarak yaptığı değerlendirmelerini hayretle dinler , bu saatten sonra ona yüklemiş olduğun anlamı çok bulur , hayal kırıklığı hissedersin. Ama birde şu var ; kimi insanın bu konu ya da bu tür konularda yetersiz bir bakışı olabileceğini düşünür , onunda idrak seviyesi bu kadar olabilir ben bilemem der ve seninde yanlış hükmettiğin konular olabildiğini/olabileceğini düşünür ve yine onu sevmeye devam edebilirsin. Gerilimsiz mutlu bir iç ahengi de muhafaza etmiş olursun. Çünkü insana yakışır bir tavır takınmışsındır ; halden anlamışsındır.
Konuşma şekli ya da ses tonundan rahatsız olursun ve keşke hiç konuşmasa diye aklından geçirirken kendini bulursun. Sonra biri "hiçbir şey elimizde değil , hızlı ya da yavaş konuşmak dahil" minvalinde bir cümlesini işitir ve ses rengi , konuşma ahengi gibi birçok şeyin yaradılıştan geldiğini düşünmeye başlar ve kişiyi değil yaradaılış şeklini düşünür ve artık anlarsın. Hatta saygı duyarsın.
İş yerinde ki Yüksel ,olur olmaz espiriler yapmaktadır . Sence. Komik hiç değildir. Sence. İçinden suizan (!) etmeye başlarsın ve susmasını dilersin. Oysa ! Yüksel'in mizacı böyledir ve şaka yapma enerjisi ve isteğini dahi ancak Yaradanın yardımıyla bulabilmektedir. Halinden anlayamazsın. Ve boş yere negatiflik yaratırsın güzelim kendi iç dünyanda, bir var bir yok kısa hayatında. Oysa sadece espiri anlayışı kötüdür ve bu ona zaten ceza olarak yeterlidir.
Ofiste beklediğin bir metinle ilgili bir görsel gelir ve görselin yanında upuzun kıpkırmızı parmaklar da oradan öylece sana bakmaktadır. İçinde bir rahatsızlık hissi dalgalanır ve yani ne gereği vardır ki bu teşhirin ?! Oysa çok basit bir denklemi vardır : Fotoğraf çekimi pencere kenarındadır ve kağıt uçmasın diyedir ve kişi için hep aşina olduğu tırnakları , onun için o karede fark edilmez bile. Başka türlüsünü ve hatta ihtimali düşünsen halden anlamış olacaksındır aslında , bu kadar basittir.
Karşında ki senin coşkulu konuşmalarına eşlik edemiyordur. Ne de sıkıcıdır !Şükür ki sen öyle değilsindir zira hayat ne tekdüze olurdu. Öyle mi? Senin konuşmaktan aldığın zevki o dinlemekten ve hatta sükunetten alıyordur. Ve bu aldığın zevk alma biçimi de yine yaradılışla çokça alakalı yani kişinin asla kendi elinde olmayan halle oldukça içli dışlıdır. Hayatın o sevdiği şeyle arasını açacak hadiseler yaşatmadığı müddetçe.
Başka bir örnek. Bir tanıdığın hem bir ödev hem de bir teşekkür,şükür olarak kıldığın namaza dudak büker ve seni doğrudan eleştirir. İçinden haddini bildirmek ve zaten kul olmak için yaratıldığımız bu hayatta namaz kılmak mı gereksiz şeklinde bir ders verme isteği duyarsın. Ama bir dakika. Dersi veren daima Allah'tır. Orda siyaseten ya da dünyanın türlü hakikati perdeleyen oyunlarından biri ya da birkaçına takılmış birini görmektesindir ve anlamalısındır. Nihayetinde bugün sana namazı öğreten ve kıldıran kim ? Bütün bu kulluğu ve neden burda olduğunu hatırlatan kim ? Daima Allah. Şimdi karşında ki bunu bilmiyorsa çünkü henüz öğretilmemişse ne suçu olabilir? Hem belki de bu konuları bilmeye ihtiyacı yoktur hatta belki de hiç olmayacaktır. Ayrıca Kenan Rifai'nin dediği gibi "Yapmaya mecbur olduğun insani vazifelerinde kusur etme, başkalarının yaptıklarıyla alakadar olmak sana düşmez." İdrak seviyesi binbir çeşit insan var , onları görmek , onlara takılmak yerine sen en sevgi dolu ve en insani tavrı takınmaya bakmalısın. Yoksa bu hayat yolu nasıl ilerler?
Kesin bir hükümde bulunmadan önce halden anlamayı tercih etmek. İnsani bir vazife olarak hayatında bunu öncelemek gerek. Aksi halde bu gereklilik bir yük ve sürekli insana anlayış gösterme zarureti duyumsatan yapay bir çaba olarak kalakalır. Peki bu efor niye ? Şüphesiz halden anlamayı reddettiğimiz tüm hallere benzerini , aynısını yaptık ya da daha beterini yapmaya teşneyiz. Neden onları hemen şimdi anlamayalım ki ?! Kenan Rifai'nin dediği gibi "Ben olsam yapmazdım deme, çok aciziz."
Sevdiğin bir yakınının seni rahatsız eden ve sence çokça yanılarak yaptığı değerlendirmelerini hayretle dinler , bu saatten sonra ona yüklemiş olduğun anlamı çok bulur , hayal kırıklığı hissedersin. Ama birde şu var ; kimi insanın bu konu ya da bu tür konularda yetersiz bir bakışı olabileceğini düşünür , onunda idrak seviyesi bu kadar olabilir ben bilemem der ve seninde yanlış hükmettiğin konular olabildiğini/olabileceğini düşünür ve yine onu sevmeye devam edebilirsin. Gerilimsiz mutlu bir iç ahengi de muhafaza etmiş olursun. Çünkü insana yakışır bir tavır takınmışsındır ; halden anlamışsındır.
Konuşma şekli ya da ses tonundan rahatsız olursun ve keşke hiç konuşmasa diye aklından geçirirken kendini bulursun. Sonra biri "hiçbir şey elimizde değil , hızlı ya da yavaş konuşmak dahil" minvalinde bir cümlesini işitir ve ses rengi , konuşma ahengi gibi birçok şeyin yaradılıştan geldiğini düşünmeye başlar ve kişiyi değil yaradaılış şeklini düşünür ve artık anlarsın. Hatta saygı duyarsın.
İş yerinde ki Yüksel ,olur olmaz espiriler yapmaktadır . Sence. Komik hiç değildir. Sence. İçinden suizan (!) etmeye başlarsın ve susmasını dilersin. Oysa ! Yüksel'in mizacı böyledir ve şaka yapma enerjisi ve isteğini dahi ancak Yaradanın yardımıyla bulabilmektedir. Halinden anlayamazsın. Ve boş yere negatiflik yaratırsın güzelim kendi iç dünyanda, bir var bir yok kısa hayatında. Oysa sadece espiri anlayışı kötüdür ve bu ona zaten ceza olarak yeterlidir.
Ofiste beklediğin bir metinle ilgili bir görsel gelir ve görselin yanında upuzun kıpkırmızı parmaklar da oradan öylece sana bakmaktadır. İçinde bir rahatsızlık hissi dalgalanır ve yani ne gereği vardır ki bu teşhirin ?! Oysa çok basit bir denklemi vardır : Fotoğraf çekimi pencere kenarındadır ve kağıt uçmasın diyedir ve kişi için hep aşina olduğu tırnakları , onun için o karede fark edilmez bile. Başka türlüsünü ve hatta ihtimali düşünsen halden anlamış olacaksındır aslında , bu kadar basittir.
Karşında ki senin coşkulu konuşmalarına eşlik edemiyordur. Ne de sıkıcıdır !Şükür ki sen öyle değilsindir zira hayat ne tekdüze olurdu. Öyle mi? Senin konuşmaktan aldığın zevki o dinlemekten ve hatta sükunetten alıyordur. Ve bu aldığın zevk alma biçimi de yine yaradılışla çokça alakalı yani kişinin asla kendi elinde olmayan halle oldukça içli dışlıdır. Hayatın o sevdiği şeyle arasını açacak hadiseler yaşatmadığı müddetçe.
Başka bir örnek. Bir tanıdığın hem bir ödev hem de bir teşekkür,şükür olarak kıldığın namaza dudak büker ve seni doğrudan eleştirir. İçinden haddini bildirmek ve zaten kul olmak için yaratıldığımız bu hayatta namaz kılmak mı gereksiz şeklinde bir ders verme isteği duyarsın. Ama bir dakika. Dersi veren daima Allah'tır. Orda siyaseten ya da dünyanın türlü hakikati perdeleyen oyunlarından biri ya da birkaçına takılmış birini görmektesindir ve anlamalısındır. Nihayetinde bugün sana namazı öğreten ve kıldıran kim ? Bütün bu kulluğu ve neden burda olduğunu hatırlatan kim ? Daima Allah. Şimdi karşında ki bunu bilmiyorsa çünkü henüz öğretilmemişse ne suçu olabilir? Hem belki de bu konuları bilmeye ihtiyacı yoktur hatta belki de hiç olmayacaktır. Ayrıca Kenan Rifai'nin dediği gibi "Yapmaya mecbur olduğun insani vazifelerinde kusur etme, başkalarının yaptıklarıyla alakadar olmak sana düşmez." İdrak seviyesi binbir çeşit insan var , onları görmek , onlara takılmak yerine sen en sevgi dolu ve en insani tavrı takınmaya bakmalısın. Yoksa bu hayat yolu nasıl ilerler?
Kesin bir hükümde bulunmadan önce halden anlamayı tercih etmek. İnsani bir vazife olarak hayatında bunu öncelemek gerek. Aksi halde bu gereklilik bir yük ve sürekli insana anlayış gösterme zarureti duyumsatan yapay bir çaba olarak kalakalır. Peki bu efor niye ? Şüphesiz halden anlamayı reddettiğimiz tüm hallere benzerini , aynısını yaptık ya da daha beterini yapmaya teşneyiz. Neden onları hemen şimdi anlamayalım ki ?! Kenan Rifai'nin dediği gibi "Ben olsam yapmazdım deme, çok aciziz."
11 Temmuz 2019 Perşembe
Herkes Bizim İçin Biri Ama Aslında Onlar 'Sadece' Birer Yolcu
Eşim bana karşı daha sevgi dolu olamaz mıydı ? Ya da daha çok gezen bir çift olsaydık , bak Emellere. Oğlum Yusuf'a ne demeli ne söz dinliyor ne de hayatının iplerini eline almaya hevesli . Üstelik nerdeyse 19 olacak.
Şu ablamın hastalığı beni mahvediyor; noldurdu biraz daha iyi olsaydı da beni dinleseydi. Bir akıl verseydi. Ahmet zaten sinir küpü her şey onu delirtmeye yetiyor. Neyi var bu adamın bilmem ki!
Hiç anlaşılmıyorum. Ne namazımın ne konuşmalarımın bir karşılığı var bu hayatta. Ailesi bu kadar ilgisiz kaç insan vardır ki !
Üzerine alındığın her hal ya da değişmesini umduğun tavırlar silsilesi aslında seni hedef alarak seni yıpratmak üzere gelen bir hal değil. Öyle duruyor olabilir. Kabul. Fakat aslında kişinin kendi iç alemiyle ilgili oturtamadığı, yaşam ritmi dalgalanmış ve cızırtı veren bir halde olması ilgili.Bu senin değil yo hayır aslında onunda suçu değil ! Netice de şikayetçi olduklarımızda bir hayat çemberinden geçiyor ve ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Biz beğenmiyoruz o ayrı.
Yukarda ki Sevim eşinden sitem ediyor ama aslında mesele Sevim'in kendisinde değil sadece eşi bu tarzda bir sevgi göstermeye haiz değil ve pekte gezmeyi sevmiyor. Eşi için de kendini zorlayacak gücü kendinde pek az buluyor. Biraz gayret kabul ancak yaradılıştan gelen meyilli olduğu haller de yok değil mi? Gezmeyi sevebilmek tastamam kişinin elinde olan bir şey miydi ? Ben gezmeyi çok severim diyenler bunları kendi güçleri sayesinde mi yapıyorlardı yoksa daha dünyaya gelmeden mayalarına konan bir özellik miydi? Yusuf annesinin gözünde öyle durabilir. Bu bir klasik. Ama her şeyden öte Yusuf, Sevim'in oğlu olmaktan çok Allah'ın bir kulu ve bu yolculuk halinde , şahsiyet inşasında, biyolojik bir evre de, ergenlik kisvesinde ve mana boşluğunda...Ama sorun yok Allah'la buluşmada yer açılıyor hayatında -henüz o bile farkında değil- Sevim hala ailesini düşünedursun o da bunları düşünmenin ötesinde hakikatte her şeyden evvel Allah'ına gidiyordu ve aslında tek gerçeği buydu. Varsın Emeller çokça gezsindi. O Allah'ın manasını içinde sulasa daha elzem ve tatlı bir iş görmüş olacaktı.
Ablası bir nevrotik olabilirdi. Demek Allah'ına giden bu yolda öğrenmesi ya da deneyimlemesi gereken şeyleri bu hastalık perdesiyle alacaktı. Ne mutlu ona, bu olanağın tanınmasına. Duygusal açıdan bakınca zor kabul ama ablan yerine başka isimlerle Allah zaten alman gereken nasihati ve dertleşme ihtiyacını sana verecektir. Hem de daha hayırlı bir biçimde. Çünkü görüyorsun şimdilik ablan başka bir alemde ve o senin ablan olmandan önce bir Allah yolcusu.
Sinirli tipler , ilgisiz aileler ve çoğaltılabilir her türlü baba figürü ya da anne modeli ya da aile çeşitleri... Bütün bunların bir önemi var çünkü hayatımız daima daha kolay , konforlu ve bize imkan tanıyan bir cihette olsun istiyoruz. Bütün bunların bir önemi yok çünkü ne olduğunun , nasıl göründüğünün ; boşanmış, sinirli , ilgisiz, anlaşılmaz vesaire... Zira her türlü rahatsız edici tonlama ,engel gibi gelen tutum ya da başkalarına kıyasla eksiklik olarak algıladığın her şey senin bu dünyadan öbür aleme geçişte bilinçli konulan hiçbir şeye takılmamayı , umursamamayı zira gözünü bir tek Allah'ına dikmeyi öğreten hedefi gösteren birer senaryodan ibaret. Kişileri ne kadar içine içine alır sana ait hissiyle görürsen o kadar acıya gark oluyorsun. Neden ? Senin için değil ; kendini tamamlamak ve Allah'ına ulaşmak için gelmiş birini sanki sana aitmiş gibi görmek yanılgısına düştüğün için.
Şu ablamın hastalığı beni mahvediyor; noldurdu biraz daha iyi olsaydı da beni dinleseydi. Bir akıl verseydi. Ahmet zaten sinir küpü her şey onu delirtmeye yetiyor. Neyi var bu adamın bilmem ki!
Hiç anlaşılmıyorum. Ne namazımın ne konuşmalarımın bir karşılığı var bu hayatta. Ailesi bu kadar ilgisiz kaç insan vardır ki !
Üzerine alındığın her hal ya da değişmesini umduğun tavırlar silsilesi aslında seni hedef alarak seni yıpratmak üzere gelen bir hal değil. Öyle duruyor olabilir. Kabul. Fakat aslında kişinin kendi iç alemiyle ilgili oturtamadığı, yaşam ritmi dalgalanmış ve cızırtı veren bir halde olması ilgili.Bu senin değil yo hayır aslında onunda suçu değil ! Netice de şikayetçi olduklarımızda bir hayat çemberinden geçiyor ve ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor. Biz beğenmiyoruz o ayrı.
Yukarda ki Sevim eşinden sitem ediyor ama aslında mesele Sevim'in kendisinde değil sadece eşi bu tarzda bir sevgi göstermeye haiz değil ve pekte gezmeyi sevmiyor. Eşi için de kendini zorlayacak gücü kendinde pek az buluyor. Biraz gayret kabul ancak yaradılıştan gelen meyilli olduğu haller de yok değil mi? Gezmeyi sevebilmek tastamam kişinin elinde olan bir şey miydi ? Ben gezmeyi çok severim diyenler bunları kendi güçleri sayesinde mi yapıyorlardı yoksa daha dünyaya gelmeden mayalarına konan bir özellik miydi? Yusuf annesinin gözünde öyle durabilir. Bu bir klasik. Ama her şeyden öte Yusuf, Sevim'in oğlu olmaktan çok Allah'ın bir kulu ve bu yolculuk halinde , şahsiyet inşasında, biyolojik bir evre de, ergenlik kisvesinde ve mana boşluğunda...Ama sorun yok Allah'la buluşmada yer açılıyor hayatında -henüz o bile farkında değil- Sevim hala ailesini düşünedursun o da bunları düşünmenin ötesinde hakikatte her şeyden evvel Allah'ına gidiyordu ve aslında tek gerçeği buydu. Varsın Emeller çokça gezsindi. O Allah'ın manasını içinde sulasa daha elzem ve tatlı bir iş görmüş olacaktı.
Ablası bir nevrotik olabilirdi. Demek Allah'ına giden bu yolda öğrenmesi ya da deneyimlemesi gereken şeyleri bu hastalık perdesiyle alacaktı. Ne mutlu ona, bu olanağın tanınmasına. Duygusal açıdan bakınca zor kabul ama ablan yerine başka isimlerle Allah zaten alman gereken nasihati ve dertleşme ihtiyacını sana verecektir. Hem de daha hayırlı bir biçimde. Çünkü görüyorsun şimdilik ablan başka bir alemde ve o senin ablan olmandan önce bir Allah yolcusu.
Sinirli tipler , ilgisiz aileler ve çoğaltılabilir her türlü baba figürü ya da anne modeli ya da aile çeşitleri... Bütün bunların bir önemi var çünkü hayatımız daima daha kolay , konforlu ve bize imkan tanıyan bir cihette olsun istiyoruz. Bütün bunların bir önemi yok çünkü ne olduğunun , nasıl göründüğünün ; boşanmış, sinirli , ilgisiz, anlaşılmaz vesaire... Zira her türlü rahatsız edici tonlama ,engel gibi gelen tutum ya da başkalarına kıyasla eksiklik olarak algıladığın her şey senin bu dünyadan öbür aleme geçişte bilinçli konulan hiçbir şeye takılmamayı , umursamamayı zira gözünü bir tek Allah'ına dikmeyi öğreten hedefi gösteren birer senaryodan ibaret. Kişileri ne kadar içine içine alır sana ait hissiyle görürsen o kadar acıya gark oluyorsun. Neden ? Senin için değil ; kendini tamamlamak ve Allah'ına ulaşmak için gelmiş birini sanki sana aitmiş gibi görmek yanılgısına düştüğün için.
Kenan Rifai
"Neye üzülüyorsun?" da ki heybetli ve fakat içeriği merhamet dolu ikazla kendime geldim. Çünkü bu sözsüz diyalogla işaret edileni anlamak demek şuydu : Sana bir keder verilmedi, sen üzül diye yapılan hiç bir şey yok. Peki sen neden bunu kendine yapıyorsun ve keder yaratıyorsun ? Uyanık olmak aynı zamanda zihnini elekten geçirmek değil miydi ? Kendine gel.
Kahkahalarla gülmektesin. Dostun hayrolsun neye bu kadar derken bile dudağı inceden gülmeye elverişli hale gelmiştir. Anlatırsın... Güldüğün şeyin yüzeyselliği ya da pekte komik olmamasının bir önemi yok. Bir zariflik zarureti olarak ya da eşlik etmek mecburiyetinde hissetmeksizin ; sırf senin gülüşünün zevkinden zevke gelip bir gülümseme alır dostunu.
Yankıda ..."Söylemeye ne hacet, beni bilmez mi O"
Nefes nefese , koşarak hızlıca , iletmeliyim ve bir cevap almalıyım. Telaş. (Uyarı veren bir çizgi , kırmızıdasın ) Yolda koşarken bir yandan evhamlı düşünceler : Bulamaz ve anlatamazsam mahvolurum. Nasıl huzura ererim ,başka nerden öğrenebilirim !? ( Dikkat , koyu bir kırmızı daha zira kendinden uzaklaşmaktasın .) Geldin konağa nefes nefese hocan gitmiş, yorgunlukla yere yığılır gibi oturursun . Şimdi n'olacak ? Ne zaman görebileceğim kim bilir ? Bir ümitsizlik hali. (Kırmızının başka bir tonu daha ) Duralım ! Mesafe ne demekti ? Uzaklık. Peki bu kelimenin mana aleminde bir yeri var mıydı ? Yoksa biz mana hocalarımız ve Allah'ımızla olan bağı bir Şırnak - Edirne karayolu mesafesi bakışında mı görüyorduk ? Mesafeleri hemen şimdi kaldırın zira zihnin bir oyunu. İnanmakta güçlük çekiyor olabilirsin ancak şu an tam da şu an Allah'ınla göz göze diz dize olmaktasın ve kaçırdığını sandığın hocanla da zaten her an birliktesin ?! Yani mana alemi sevgilileriyle birliktelik için doktor - hasta iletişimi ve ritüeline ihtiyaç var mıydı? İç aleminle olan irtibatın yeter. Ne demiştik ? Söylemeye ne hacet , O beni bilmez mi?
Yola sakince ve hissederek devam etmek için... O'nun seni sevdiği ve korumaya aldığı için sana her bir hali yarattığını bilmelisin. Buna olan kuşkun ya da o hali manasız buluşların senin kendi elinle Allah'a yarattığın derin uçurumlardır. Ve sonra birde bakarsın ki sitemkar ve ama'lı cümleler kurmaktasındır. Ve mutsuz. Acaba niye ?
Kahkahalarla gülmektesin. Dostun hayrolsun neye bu kadar derken bile dudağı inceden gülmeye elverişli hale gelmiştir. Anlatırsın... Güldüğün şeyin yüzeyselliği ya da pekte komik olmamasının bir önemi yok. Bir zariflik zarureti olarak ya da eşlik etmek mecburiyetinde hissetmeksizin ; sırf senin gülüşünün zevkinden zevke gelip bir gülümseme alır dostunu.
Yankıda ..."Söylemeye ne hacet, beni bilmez mi O"
Nefes nefese , koşarak hızlıca , iletmeliyim ve bir cevap almalıyım. Telaş. (Uyarı veren bir çizgi , kırmızıdasın ) Yolda koşarken bir yandan evhamlı düşünceler : Bulamaz ve anlatamazsam mahvolurum. Nasıl huzura ererim ,başka nerden öğrenebilirim !? ( Dikkat , koyu bir kırmızı daha zira kendinden uzaklaşmaktasın .) Geldin konağa nefes nefese hocan gitmiş, yorgunlukla yere yığılır gibi oturursun . Şimdi n'olacak ? Ne zaman görebileceğim kim bilir ? Bir ümitsizlik hali. (Kırmızının başka bir tonu daha ) Duralım ! Mesafe ne demekti ? Uzaklık. Peki bu kelimenin mana aleminde bir yeri var mıydı ? Yoksa biz mana hocalarımız ve Allah'ımızla olan bağı bir Şırnak - Edirne karayolu mesafesi bakışında mı görüyorduk ? Mesafeleri hemen şimdi kaldırın zira zihnin bir oyunu. İnanmakta güçlük çekiyor olabilirsin ancak şu an tam da şu an Allah'ınla göz göze diz dize olmaktasın ve kaçırdığını sandığın hocanla da zaten her an birliktesin ?! Yani mana alemi sevgilileriyle birliktelik için doktor - hasta iletişimi ve ritüeline ihtiyaç var mıydı? İç aleminle olan irtibatın yeter. Ne demiştik ? Söylemeye ne hacet , O beni bilmez mi?
Yola sakince ve hissederek devam etmek için... O'nun seni sevdiği ve korumaya aldığı için sana her bir hali yarattığını bilmelisin. Buna olan kuşkun ya da o hali manasız buluşların senin kendi elinle Allah'a yarattığın derin uçurumlardır. Ve sonra birde bakarsın ki sitemkar ve ama'lı cümleler kurmaktasındır. Ve mutsuz. Acaba niye ?
10 Temmuz 2019 Çarşamba
Kontrol
Güzellik
Özünden gelen bir sakinlik, sekinetle konuşuyor zira içinde ki sözcükleri iç aleminde ağırlık-hafiflik cihetiyle önce bir tartıyor. Mümkün çünkü içinde belirgin hissi dalgalardan muaf , esiri değil. Gayet kendinde. Sakin çünkü. Bu kadar. Hal böyle olunca ağızından abartılı , kinayeli , gerçek dışı ya da masum olmayan bir söz çıkamıyor. Çünkü güzelliği davet eden bir duygu durum var : Sakinlik
Huzurda
Yaşadığı düğümü düşünüyor. Acıklı buluyor. Ağlama hissi geliyor ağlamak istemiyor ama tutamıyor. Nihayetinde bu keder dalgası bir öfke topuna dönüşüyor ve işte sövmek ister gibi. Ama bir dakika. Bu insan başka. Zira sadece sukünetle düşünüyor. Ajite etme , abartma , taşma ,dramatize etme eğilimi yok. Yalın. Gerçek bir halet-i ruhiye daha. Böyle olunca manevrası daha rahat, nefsani taşkınlık ve sorgulamalardan uzak. Özgürlük bu. Devamı yoğun duygunun yarattığı körlük hali değil ; deniz dalgası sesi ve bir rüzgar esmesi. İşte huzur , çünkü huzurda . Allah'ında.
Aşırı.
Bir espiri , komik bir anı , usta bir sakarın acemice düşüşü , kalabalık bir ortam da gelişen güldüresi diyaloglar. Kamera lütfen yakın çekim planı evet gözler de ki kaz ayağıyla başlayalım akabinde gamzelere geçelim. Küçük dilini gösterenleri asla ihmal etmeyelim zira bu pasajın temsili onlar. Şimdi biraz da geniş açı , biraz daha , biraz daha ... Evet şimdi bir topluluk bir mekanın cam kenarında kahkahalı çok mutlu görüntüsüyle karşımızda. Bu kadar gülüşten bahsetmişken Hz. Muhammed'in tebessümünü es geçmeyelim. Bu arada anlatılmak istenen aşırı ferahlamak. Aşırı. Geniş açıyla topluluğa bir kez daha bakalım bir şeyi unutmuş gibi gülmüyorlar mı? Bana mı öyle geliyor? Manadan uzaklaşan ve aslımızla olan bağı kopartmış her "insani" tavırda bile bir yapaylık , rahatsız edici bir duruş yok mu ? Olmuyor mu?
Özünden gelen bir sakinlik, sekinetle konuşuyor zira içinde ki sözcükleri iç aleminde ağırlık-hafiflik cihetiyle önce bir tartıyor. Mümkün çünkü içinde belirgin hissi dalgalardan muaf , esiri değil. Gayet kendinde. Sakin çünkü. Bu kadar. Hal böyle olunca ağızından abartılı , kinayeli , gerçek dışı ya da masum olmayan bir söz çıkamıyor. Çünkü güzelliği davet eden bir duygu durum var : Sakinlik
Huzurda
Yaşadığı düğümü düşünüyor. Acıklı buluyor. Ağlama hissi geliyor ağlamak istemiyor ama tutamıyor. Nihayetinde bu keder dalgası bir öfke topuna dönüşüyor ve işte sövmek ister gibi. Ama bir dakika. Bu insan başka. Zira sadece sukünetle düşünüyor. Ajite etme , abartma , taşma ,dramatize etme eğilimi yok. Yalın. Gerçek bir halet-i ruhiye daha. Böyle olunca manevrası daha rahat, nefsani taşkınlık ve sorgulamalardan uzak. Özgürlük bu. Devamı yoğun duygunun yarattığı körlük hali değil ; deniz dalgası sesi ve bir rüzgar esmesi. İşte huzur , çünkü huzurda . Allah'ında.
Aşırı.
Bir espiri , komik bir anı , usta bir sakarın acemice düşüşü , kalabalık bir ortam da gelişen güldüresi diyaloglar. Kamera lütfen yakın çekim planı evet gözler de ki kaz ayağıyla başlayalım akabinde gamzelere geçelim. Küçük dilini gösterenleri asla ihmal etmeyelim zira bu pasajın temsili onlar. Şimdi biraz da geniş açı , biraz daha , biraz daha ... Evet şimdi bir topluluk bir mekanın cam kenarında kahkahalı çok mutlu görüntüsüyle karşımızda. Bu kadar gülüşten bahsetmişken Hz. Muhammed'in tebessümünü es geçmeyelim. Bu arada anlatılmak istenen aşırı ferahlamak. Aşırı. Geniş açıyla topluluğa bir kez daha bakalım bir şeyi unutmuş gibi gülmüyorlar mı? Bana mı öyle geliyor? Manadan uzaklaşan ve aslımızla olan bağı kopartmış her "insani" tavırda bile bir yapaylık , rahatsız edici bir duruş yok mu ? Olmuyor mu?
Kulluğun Trajikomik Halleri
İnsani bir halle olaylara daha iyi tepki veren insanlarla kendini kıyas eder ve ben nerdeyim dersin... Oysa o tepkinin içsel bir doluluk değilde sahnelere alışık bir insanın , doğru tepki vermede bir usta olduğunu bilmezsin.. Dolayısıyla inanırsın.. O daha olgundur.. Ne mutlu ona der ve özenirsin ... Ama aslında kim kime özenmeliydi bilemezsin.
Bilir kişi tadında konuşur yanında ki , en uzak kaldığın -kalmak istediğin- şu sonu -dır, -dir'li biten cümleler kurar bir otorite tadında, azıcıkta hitabet yeteneği varsa çok zeki ya da bilgili olduğunu sandığın biri haline dönüşür gözünde. Ama bir dakika... Sadece spot ışıkları üzerine çekmeye yaradılıştan meyilli ve her konuda fikir belirtmeye sahip bir pratik zekaya ve her şeyden azıcık öğrenmesini sağlayacak kadar sosyal bir çevreye sahip belki senden daha sınırlı anlamda olaylara bakan biridir o aslında. Bu kadarcıktır. Ve fakat biz gerçekten bir şey dendiği algısyla dinlemeye devam ederiz. Çünkü aura denen o enerji sahasına sahip o arkadaşın kendi elinde olmayan Allah'ın bahşettiği enerji sahası artık bizi içine çekmiştir ve ne kadar manalı konuştuğunun bir önemi kalmamıştır. Geçmiş olsun. Kısa süreli bir irtifa kaybı yaşadınız ama geçecek.
Tam şükrün zirvesindeyizdir. Allah'ım bu yatak... Bu ayakkabı... Ya bu aile... Her şeyim bu kadar da mükemmel olamazdı. Çok sağ ol Allah'ım , iyi ki varsın der, der ,der... 2 saat sonra. Aaa sende mi bu fiyata aldın ceketi.-İçinden- Sanki onun ki daha güzel. Belli bir zaman kendi ceketinin modeli ve yanlış tercihini sorgularsın ve güm ! Şükrün yerini artık mukayese almıştır ve ya(!) zaten bunlara herkes sahip değil mi sorusuyla ikircikli yılankavi nefsin soluğunu ensende hissedersin. Zira artık şükür eda edebilen ayrıcalıklı bir halde değil herkesten biri, üstelik daha iyilerin başkalarına verildiği bir dünyadasındır. Ve evet artık bir aptalsındır. Bir abdal gibi davranmaktan uzaksındır çünkü.
Peki ya daha iyi bir üniversiteye gitseydim ? Bu bölümü değilde başka bir bölümü okuma şansım olsaydı...İşsizliğimin sebebi geçmişin yanlış tercihi... Geçmişe gitsem garanti değiştireceğim şey dediğin... Anne - babalarımız daha bilinçli ve daha nasihat verir halde olamaz mıydı? Ben daha sakin bir insan olamaz mıydım ? Niye bu kadar hassssım ? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi ? İnanırsan ; geçmiş bir perdeydi seni bugüne taşıyan olması gereken... Bölümde , üniversite de tamam zira o mekan ve insanların tavrına , diyaloguna ve yardımına ihtiyacın vardı. Biz buraya öğrenmeye , "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" sorusuna muhatap olmaya gelmiştik. Ve sebepler yaratan Allah , tercih ettiğin -nasip edilen- bölüm sebebiyle sana işsizlik yaşatarak sana çeşitli deneyimler yaşatıyordu ve kendini hatırlatıyordu. Ve ezel aleminde sorduğu soruyu. Değiştirmeye ihtiyaç duyan ; bakış açın. Şimdi ki sen , şu an ki ve devamında ki yaşayacakların için tamamsın o halde neyi değiştirmeye niye ihtiyaç duyasın ? Anne- babamız değil zaten , Allah'tı öğreten , onları vesile kılan. Umduğun nasihatlar facebook 'tan bir sözle , arkadaşının bir tek telkini ve yönlendirmesiyle çoktan geldi. Şimdi neden kendini daha iyi hissediyorsun fark ettin mi? Kendini keşfetme ve tamamlama gayreti için burdaysak bırak bazi hallerin de eksik, kusurlu olsun zaten maksat onları feth etmek değil miydi?
Hulasa Allah ayarlamış her şeyi , ennnnnn ince noktasına kadar ve senden sadece kendisine eşlik etmeni istiyor. Şimdi sormadan , geçmişin pişmanlığı kuyusuna düşmeden , gelecek endişesine kapılmadan... Var mısın ?
Bilir kişi tadında konuşur yanında ki , en uzak kaldığın -kalmak istediğin- şu sonu -dır, -dir'li biten cümleler kurar bir otorite tadında, azıcıkta hitabet yeteneği varsa çok zeki ya da bilgili olduğunu sandığın biri haline dönüşür gözünde. Ama bir dakika... Sadece spot ışıkları üzerine çekmeye yaradılıştan meyilli ve her konuda fikir belirtmeye sahip bir pratik zekaya ve her şeyden azıcık öğrenmesini sağlayacak kadar sosyal bir çevreye sahip belki senden daha sınırlı anlamda olaylara bakan biridir o aslında. Bu kadarcıktır. Ve fakat biz gerçekten bir şey dendiği algısyla dinlemeye devam ederiz. Çünkü aura denen o enerji sahasına sahip o arkadaşın kendi elinde olmayan Allah'ın bahşettiği enerji sahası artık bizi içine çekmiştir ve ne kadar manalı konuştuğunun bir önemi kalmamıştır. Geçmiş olsun. Kısa süreli bir irtifa kaybı yaşadınız ama geçecek.
Tam şükrün zirvesindeyizdir. Allah'ım bu yatak... Bu ayakkabı... Ya bu aile... Her şeyim bu kadar da mükemmel olamazdı. Çok sağ ol Allah'ım , iyi ki varsın der, der ,der... 2 saat sonra. Aaa sende mi bu fiyata aldın ceketi.-İçinden- Sanki onun ki daha güzel. Belli bir zaman kendi ceketinin modeli ve yanlış tercihini sorgularsın ve güm ! Şükrün yerini artık mukayese almıştır ve ya(!) zaten bunlara herkes sahip değil mi sorusuyla ikircikli yılankavi nefsin soluğunu ensende hissedersin. Zira artık şükür eda edebilen ayrıcalıklı bir halde değil herkesten biri, üstelik daha iyilerin başkalarına verildiği bir dünyadasındır. Ve evet artık bir aptalsındır. Bir abdal gibi davranmaktan uzaksındır çünkü.
Peki ya daha iyi bir üniversiteye gitseydim ? Bu bölümü değilde başka bir bölümü okuma şansım olsaydı...İşsizliğimin sebebi geçmişin yanlış tercihi... Geçmişe gitsem garanti değiştireceğim şey dediğin... Anne - babalarımız daha bilinçli ve daha nasihat verir halde olamaz mıydı? Ben daha sakin bir insan olamaz mıydım ? Niye bu kadar hassssım ? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi ? İnanırsan ; geçmiş bir perdeydi seni bugüne taşıyan olması gereken... Bölümde , üniversite de tamam zira o mekan ve insanların tavrına , diyaloguna ve yardımına ihtiyacın vardı. Biz buraya öğrenmeye , "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" sorusuna muhatap olmaya gelmiştik. Ve sebepler yaratan Allah , tercih ettiğin -nasip edilen- bölüm sebebiyle sana işsizlik yaşatarak sana çeşitli deneyimler yaşatıyordu ve kendini hatırlatıyordu. Ve ezel aleminde sorduğu soruyu. Değiştirmeye ihtiyaç duyan ; bakış açın. Şimdi ki sen , şu an ki ve devamında ki yaşayacakların için tamamsın o halde neyi değiştirmeye niye ihtiyaç duyasın ? Anne- babamız değil zaten , Allah'tı öğreten , onları vesile kılan. Umduğun nasihatlar facebook 'tan bir sözle , arkadaşının bir tek telkini ve yönlendirmesiyle çoktan geldi. Şimdi neden kendini daha iyi hissediyorsun fark ettin mi? Kendini keşfetme ve tamamlama gayreti için burdaysak bırak bazi hallerin de eksik, kusurlu olsun zaten maksat onları feth etmek değil miydi?
Hulasa Allah ayarlamış her şeyi , ennnnnn ince noktasına kadar ve senden sadece kendisine eşlik etmeni istiyor. Şimdi sormadan , geçmişin pişmanlığı kuyusuna düşmeden , gelecek endişesine kapılmadan... Var mısın ?
Manik - Depresif Perdesi Arkasından Allah El Sallıyor Görüyor Musun ?
9 sene boyunca farklı zaman dilimlerinde 4 farklı mani atağı ve 1 hipomani tecrübesi... 2 kere psikiyatri kliniği yatışı 2 ya da 3 haftalık periyotla kalış ve farklı hastalık çeşitleri görebilme imkanı bunun yarattığı şükür vesileleri ve hiç alışık olunmayan bir topluluk ve mekan deneyimiyle yeni ve farklı bir insan olmaya aday ... Malum Allah'ımızın dediği gibi "safhadan safhaya geçirileceksiniz" manası itibariyle maninin coşkulu , hayalperest, çılgınca delifişek halleri ve devamında gelen depresyonla hayattan soğuma artık hiç bir şeyin senin için hiç bir şey ifade etmediği gerçeği... Anlaşılmamak , konuşamamak , donukluk , kendini salak ve aciz hissetmek ve bunun bir zayıflık olduğu fikriyle kendini sevememek , ağlama evreleri , yalnızlık hissi... Kısaca dipsiz bir kuyu ve karanlıkla bakışma... Ama bir dakika . Aşırı söylem ve sitem halinden memnun olmama halleri bir şeyi, çok önemli bir şeyi unutturuyordu . GEÇECEK ! Unuttun mu safhadan safhayaya idi.Bu da bir evreydi ve bak yıllar sonra bugün GEÇTİ ! Başka bir levella hayat oyununa devam ediyoruz. Ve üstelik hayat oyunu daha bitmedi.
Bugün belki inanılması güç gelecek fakat Allah o kadar büyük ki tüm bu olumsuz halleri topyekün sevdiriyor ve insana onca zorlanmışlığa ve darlanmışlığa rağmen dedirtiyor ki : Çok şükür ne güzel yaşamışım be ! Çünkü Allah her şeyde bir manaya işaret ediyor ve adeta sırtını sıvazlayarak diyordu ki "her sızın bir amaca hizmet ediyordu." Ve şimdi belki de senden daha yaş almış birinden daha olgun hayata bakıyorsundur... Çünkü farkında olmadan "hızlandırılmış bir eğitim" almışsınıdr kimbilir. Sadece şunu bil, en iyi hayal et ve ötesini sorma. Sana yolu gösterecekler.
Neden bu yazı ?
Tecrübe ettiğim 'manik-depresif'le ilgili bir yazı yazmakta kararsız kaldıysam da, bununla ilgili benzeri tecrübe geçiren ve belki "neden ben" sorusunu soranlar ve hatta birazcık mutsuzluk duyanlar varsa olur ya denk düşerde burada buluşursak diyerek yazmaya karar verdim. Bu rahatsızlığın malum aile geçmişiyle ortaya çıkmasından ötürü, hastalığın çevrede az çok zuhur şekillerine şahitliğim var. Sırf manik-depresifte değil genel anlamda ruhsal hastalıkların kişilerde genellikle 1) Utanç, hastalığı saklama eğilimi 2) Ajite etme, hastalığını dramatize etme 3) Hastalığa Sığınma gibi envai çeşit hastalığı taşıma biçimleri var. Tabii bunda bireyin salt kendi seçimi yok, çevresi de insanın, bu tarz geliştirmelerinde oldukça etkili. Nasıl ki sürekli hasta olduğunun hatırlatılması gibi veyahutta bunun ayıp, kusurlu ya da yamalı insan ifadesiyMİŞ GİBİ olması. -Oysa esas eksiklik algılama biçiminde-
Evvela söylemek istiyorum bütün manik-depresifler olarak itiraf etmeliyiz, hatta bir yandan kahkahalar atmalıyız ki muazzam tecrübeler geçirdik. Bir çok insanın deneyimlemesi imkansız olan şeyler yaşadık. Hal bu olunca Dünya'nın bilinmez, sırlı yanına bir kapı araladık adeta ve artık biliyoruz ki bu Dünya da görülenin ötesinde muazzam bir gizem var. Şimdi bunu bilmek bile bu hastalıkla ilgili üzülmeme mani, üzülmek şöyle dursun bas bas bağırasım var;çok şükür, çok şükür, çok şükür!
Hala iyileşmemiş olacak ki bundan ötürü sevinç duyuyor denebilir. Geçen yazımda bahsettiğim neden tasavvuf yazısında aslında çok az bir giriş yapmıştım neden tercihim olduğuna dair tasavvufun. Tabii burada kim kimi seçiyor orası da muallak. Buradaki bakış açımı da yine tasavvufa borçluyum esasen. Allah'ımızın kendine çekmek için hayatın içinde türlü şeyleri sebep yaptığını biliyoruz. Bu bazen işsizlik,bazen hastalık, bazen ölüm oluyor. Her şeyin mükemmel gittiği evreler malumaliniz belki Allah'ın en az anıldığı ya da hiç anılmadığı evreler oluyor. Bu anlamda sebeplere iniş çıkışlara ihtiyaç duyuyoruz ve bu çok zorlu görünen hadiselerin tasavvufla nasıl kolaylandığını da görüyoruz. Çünkü bu hastalığa ahu vah etmiyorsam biliyorum ki Allah benimle ve sebeplerden bir sebep olarak bunu seçti - her arız, her kusur(kusurda ne demekse) her şey(!) Allah'a davette bir sebep, bir unsur. Hal böyle olunca diyorsun ki ,bu hastalığın yerine daha beteri olabilirdi bu anlamda çok şükür, beni seçti o zaman ne mutlu biliyor ki üstesinden gelebileceğimi, ondan veriyor, aksi halde zaten vermezdi,zira onun adaleti bunu sağlamaz. Tabii esas iyileşme için verilen İslami bilgileri yaşama tatbik etmek gerekiyor. Mesela Allah vardı ve O'ndan başkası yoktuyu her an demek gibi. Bunu aklımıza kazıyana dek.
Ve esasında söylemek isteyeceğim Hz. Mevlana: "Kendinde olmak, aklı başında bulunmak, yıkılıp giden geçmiş zamanı anmak demektir. Aslında geçmişi anmak da, gelecekten korkmak da Allah'a karşı perdedir. Her ikisi de yani geçmiş zamanı da, gelecek zamanı da ateşe at,yak"der.
Sende neden bunlar başıma geldi, neden ilaç avuç avuç ya da bak başkalarına sağlıklı gibi kıyas,pişmanlık, keder gösterdiğin an senden istediğim, kendini yakala. Ve an'a çağır ne yaptığına bak ve rahatlıkla içtiğin içeceğe dokun ve hisset, nefesini hissederek al-ver ve çok şükür de. Hepsi bu. Çok şükür. Meşhur tabirle : tecrübeyle sabit söylüyorum , geçiyor. Bil ki geçecek.
Bugün belki inanılması güç gelecek fakat Allah o kadar büyük ki tüm bu olumsuz halleri topyekün sevdiriyor ve insana onca zorlanmışlığa ve darlanmışlığa rağmen dedirtiyor ki : Çok şükür ne güzel yaşamışım be ! Çünkü Allah her şeyde bir manaya işaret ediyor ve adeta sırtını sıvazlayarak diyordu ki "her sızın bir amaca hizmet ediyordu." Ve şimdi belki de senden daha yaş almış birinden daha olgun hayata bakıyorsundur... Çünkü farkında olmadan "hızlandırılmış bir eğitim" almışsınıdr kimbilir. Sadece şunu bil, en iyi hayal et ve ötesini sorma. Sana yolu gösterecekler.
Neden bu yazı ?
Tecrübe ettiğim 'manik-depresif'le ilgili bir yazı yazmakta kararsız kaldıysam da, bununla ilgili benzeri tecrübe geçiren ve belki "neden ben" sorusunu soranlar ve hatta birazcık mutsuzluk duyanlar varsa olur ya denk düşerde burada buluşursak diyerek yazmaya karar verdim. Bu rahatsızlığın malum aile geçmişiyle ortaya çıkmasından ötürü, hastalığın çevrede az çok zuhur şekillerine şahitliğim var. Sırf manik-depresifte değil genel anlamda ruhsal hastalıkların kişilerde genellikle 1) Utanç, hastalığı saklama eğilimi 2) Ajite etme, hastalığını dramatize etme 3) Hastalığa Sığınma gibi envai çeşit hastalığı taşıma biçimleri var. Tabii bunda bireyin salt kendi seçimi yok, çevresi de insanın, bu tarz geliştirmelerinde oldukça etkili. Nasıl ki sürekli hasta olduğunun hatırlatılması gibi veyahutta bunun ayıp, kusurlu ya da yamalı insan ifadesiyMİŞ GİBİ olması. -Oysa esas eksiklik algılama biçiminde-
Evvela söylemek istiyorum bütün manik-depresifler olarak itiraf etmeliyiz, hatta bir yandan kahkahalar atmalıyız ki muazzam tecrübeler geçirdik. Bir çok insanın deneyimlemesi imkansız olan şeyler yaşadık. Hal bu olunca Dünya'nın bilinmez, sırlı yanına bir kapı araladık adeta ve artık biliyoruz ki bu Dünya da görülenin ötesinde muazzam bir gizem var. Şimdi bunu bilmek bile bu hastalıkla ilgili üzülmeme mani, üzülmek şöyle dursun bas bas bağırasım var;çok şükür, çok şükür, çok şükür!
Hala iyileşmemiş olacak ki bundan ötürü sevinç duyuyor denebilir. Geçen yazımda bahsettiğim neden tasavvuf yazısında aslında çok az bir giriş yapmıştım neden tercihim olduğuna dair tasavvufun. Tabii burada kim kimi seçiyor orası da muallak. Buradaki bakış açımı da yine tasavvufa borçluyum esasen. Allah'ımızın kendine çekmek için hayatın içinde türlü şeyleri sebep yaptığını biliyoruz. Bu bazen işsizlik,bazen hastalık, bazen ölüm oluyor. Her şeyin mükemmel gittiği evreler malumaliniz belki Allah'ın en az anıldığı ya da hiç anılmadığı evreler oluyor. Bu anlamda sebeplere iniş çıkışlara ihtiyaç duyuyoruz ve bu çok zorlu görünen hadiselerin tasavvufla nasıl kolaylandığını da görüyoruz. Çünkü bu hastalığa ahu vah etmiyorsam biliyorum ki Allah benimle ve sebeplerden bir sebep olarak bunu seçti - her arız, her kusur(kusurda ne demekse) her şey(!) Allah'a davette bir sebep, bir unsur. Hal böyle olunca diyorsun ki ,bu hastalığın yerine daha beteri olabilirdi bu anlamda çok şükür, beni seçti o zaman ne mutlu biliyor ki üstesinden gelebileceğimi, ondan veriyor, aksi halde zaten vermezdi,zira onun adaleti bunu sağlamaz. Tabii esas iyileşme için verilen İslami bilgileri yaşama tatbik etmek gerekiyor. Mesela Allah vardı ve O'ndan başkası yoktuyu her an demek gibi. Bunu aklımıza kazıyana dek.
Ve esasında söylemek isteyeceğim Hz. Mevlana: "Kendinde olmak, aklı başında bulunmak, yıkılıp giden geçmiş zamanı anmak demektir. Aslında geçmişi anmak da, gelecekten korkmak da Allah'a karşı perdedir. Her ikisi de yani geçmiş zamanı da, gelecek zamanı da ateşe at,yak"der.
Sende neden bunlar başıma geldi, neden ilaç avuç avuç ya da bak başkalarına sağlıklı gibi kıyas,pişmanlık, keder gösterdiğin an senden istediğim, kendini yakala. Ve an'a çağır ne yaptığına bak ve rahatlıkla içtiğin içeceğe dokun ve hisset, nefesini hissederek al-ver ve çok şükür de. Hepsi bu. Çok şükür. Meşhur tabirle : tecrübeyle sabit söylüyorum , geçiyor. Bil ki geçecek.
Tasavvuf tamam ama neden ?
Doğduğumuz andan itibaren koca bir çeşitlilik, bilinmezlik, tercihler üzerine doğarız. Hâl böyle olunca sosyo-ekonomik şartların ve birazda meyilli olduklarımızla şartların bize sunduklarına çekim duyarız. Kendimden örnek verecek olursam okuduğum bölüm ve arkadaşlarının etkisiyle feminizim ve peşinden de bağlantılı olduğunu düşündüğüm sosyalizmin tesiri içinde hayatımın görüşü, sürüşü gayet net diye düşünüyordum. Bu kendinden eminlik tabii deneyimsizlik ve toyluk karması bir hâli taşıyordu. Zira bu eminliği veren içinde barındırdığı eşitlik duygusu ve bir ağız dolusu laf etme imkanı ve bunun verdiği haz idi. Ve tabii faydalı olan güdüsü. Ancak her insan bir aidiyet duygusuyla doğuyordu ve bu da çevrenin ya da en iyi ihtimalle erişebildiklerinin etkisiyle şekilleniyordu. -İzmlerin etkisinde olduğu gibi. Bu durumda mesela ben başka şartlar içinde olsaydım o zaman ne olacaktı? Muhtemelen yerini alan diğer şartlara göre şekillenen zihin yapısı ve hayat görüşü alacaktı. O halde bu şartların yeterli ya da hakikate götürdüğünü nereden bilebileceğiz? Hiç işte. Şartlar buydu , bunu öğrenmiştik , savunuyordu, haz alıyorduk ve hakikatte neydi ki? Zaten nasıl bilebilecektik ki?
Aslolan netliğe mani tüm insani inşalar ve dünyada yer edinme çabaları olan perdeler yırtılmadan (bkz:Dücane Cündioğlu, http://ducanecundioglusimurggrubu.blogspot.com.tr/2012/10/perdesinden-perdelerimiz-yirtildi.html?m=1) net görüşü kazanmak biraz zor oluyor. Bu anlamda benim için bütün hayat savunucularım ve farkında olmadan kendime yer açma çabam olan her türlü silahı bırakmama, yolumu bulmamda asli rehberim tasavvuf oldu. İslamiyet'i yaşama biçimi şeklinde kısaca tanımlayabileceğim tasavvuf; bütün bir hayat fikirlerini,-izmlerini zaten en güzel biçimiyle içinde barındıran bir yol gösterici olduğunu gördüm. Sosyalizmin eşitliğini, komşusu aç yatan bizden değildir gibi türlü cümlelerle kati surette dile getirirken, kadını yere göğe koyamayarak feminizmin savunduğundan fazla kadını hayatın her alanında yaşatmanın örneklerini ve tavsiyelerini içeriyordu. Üstelik yapılması istenenleri; namaz, oruç, yardımseverlik, dedikodu etmeme vb. halleri sebatla yapman halinde huzuru bulacağın fikrini de uygulamaya çalışanlara yaşatarak kendi kendini ispatlıyordu. Yaşamaya çalışan ve hatta hissedebilen bizlere ne mutlu , çok şükür!
Şarkılar Seni Söyler - Masal'ın Bencesi :)
Peri Padişahın kızı derken Mesnevi manasıyla dünyaya olan aşkımız ve bir türlü ondan baş çeviremememiz ve fakat Allahım'ızın, mürşidimizin büyük bir sabırla özümüze dönmemizi beklediğini mi kast ettin ? Evet çok tatlı.
Anka kuşu derken ? Hani şu çok bilindik anlamıyla kendimize, aslımıza yaptığımız yolculuk mu ?
Ya , çok güzel söyledin.
Masal bu ya oldu ya cezbime tutuldu derken?? Mürşitlerimizi diyor olmalısın. Onlara bir cezbedir tutuluyoruz ve masalımsı hayat onlarla başlıyordu ve tabii ki böyle birileri karşımıza bir daha asla çıkamazdı.
Ejderhanın elinden alıp koruduğuna ne demeli ? Hem de kaç başlı nefs ejderhasından bizi muhafaza ediyorlar.
Kalan asla yalnız kalmaz giden insafsız deme deme ne hacet zira bizi hiç bırakmazlar.
Bir varmışsın bir yokmuşsun derken , bu alem de bir var bir yok görüntülerden ibaret olduğumuzu mu vurguluyorsun ? Evet kesinlikle haklısın.
Albüm kapağının Allah'ın en güzel tecellileri olan gökyüzü, deniz ve güneş olması ve halifesinin o tecelliler içinden Allah'ın manalarıyla bir başına onlarla bakışırken poz vermesi... Tam olarak ne yapıyorsan şimdi , tüm o hayhuyun içinde aslınla işte böyle bir bakışma, bakışma da neymiş, içinde , ta içerisinden O'nunla bir ve beraber olduğunu hatırlayabilirsin. Zira sende Allah'la her an kendi masalını yazmaktasın...
9 Temmuz 2019 Salı
Başkalarıyla Konuşurken Bile Aslında Kendinle Konuşmak
Bir yazar anlatıyordu. Bir düşünür, dalmış köprü de yürürken kendi kendine konuşur hale gelmiş ve etrafta ki kimseyi görmez olmuş zira başkasıyla konuşmasının faydasızlığını artık öğrenmiş.
Bunu zamanında duymuş olmanın yanında şimdi tekrar hatırlamamın sebebi o düşünür kadar değilse de bu hali r çapında tecrübe etmem oldu. Yani : Kimseyle bir şey paylaşamama gerçeği. Aile kavramı çok değerli olmakla birlikte bu kavramın kan birlikteliğinden çok ezel aleminde ki bir arada olduklarımızla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zira bazen anlatmak bir yana onların hissederek öylece konuyu açtığı , tecrübe etmese bile o bizde ki gamlı hali bir şekilde teskin etme kuvveti kudreti içinde harekete geçtiği , konuşulması çokça kolay , bal kaymak tadında Allah 'ın gürül gürül aktığı sobetler meclisinin o güzel insanları. Oysa bazen yan yana bulunduğumuz ailemiz hayatın hayhuyundan ya da mana farklılığından bir şekilde , bir sebeple seni es geçebiliyor. Onlarda haklı. Zira bu hal ellerinde değil ; böyle programlanmış.
Bu anlaşılamadığım ya da paylaşımdan uzak hal bende şunu fark ettirdi ki; ben ne anlatırsam karşı tarafın anladığı kadar... O meşhur söz esasında.. Benim için şöyle oldu ; karşı tarafın hiç bir şey anlamadığını ve hatta onların kendilerinin bile bunu fark edemedikleri gerçeği ... Çünkü kendi dünyasında ki herhangi bir huzursuzlukla eş değer algılıyor benim derinliğimde ki can yakıcılığı... Nerden bilsin? Yalnız Allah, gene her daim. Ve fakat yaradılışımın dürtüsüyle dayanamayıp , belki bir telkinle düzelirim belli mi olur , sevdiğin insanın sözü başka olur merakı ve ihtiyacıyla ağzının içine bakmaya devam mı ediyorum? Evet. Yani esasında ben kendimi tekrar başka biçim ve stillerle yine kendime anlatıyordum. Bu da bana sesli düşünme olanağı veriyordu ki bu sayede belki ben kendimi biraz daha iyi anlıyor ve kendime bir adım daha yaklaşabiliyordum. Böylece manayla aram daha iyi olabilir , daha çok huzur da hissedebilirdim de. Belki ! Niye olmasın! Ve bu arada karşımda ki etten bir duvar gibi miydi! Olsun. Dinleme gayreti için de müteşşekkirdim zira artık onun bile yapılamama haline tanık olmuşluğum vardı. Ve bir navigasyon : Ezel aleminde ahbaplık edilen ruhlar aranıyor: Dünya'nın neresinde İstanbul Avrupa yakasında mevcut kaç kişi var ....? Yani belki tanıştık , çok yakınlaşamadık o dönem , belki şu belki bu... Kısacası bunu da bu şekilde bulamayacağımıza ve yalnızca Allah'ın karşımıza çıkarmasını umacağımıza göre... Genel mana da kendi kendimize konuşmaya devam. Nerdeyse.
Bunu zamanında duymuş olmanın yanında şimdi tekrar hatırlamamın sebebi o düşünür kadar değilse de bu hali r çapında tecrübe etmem oldu. Yani : Kimseyle bir şey paylaşamama gerçeği. Aile kavramı çok değerli olmakla birlikte bu kavramın kan birlikteliğinden çok ezel aleminde ki bir arada olduklarımızla bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zira bazen anlatmak bir yana onların hissederek öylece konuyu açtığı , tecrübe etmese bile o bizde ki gamlı hali bir şekilde teskin etme kuvveti kudreti içinde harekete geçtiği , konuşulması çokça kolay , bal kaymak tadında Allah 'ın gürül gürül aktığı sobetler meclisinin o güzel insanları. Oysa bazen yan yana bulunduğumuz ailemiz hayatın hayhuyundan ya da mana farklılığından bir şekilde , bir sebeple seni es geçebiliyor. Onlarda haklı. Zira bu hal ellerinde değil ; böyle programlanmış.
Bu anlaşılamadığım ya da paylaşımdan uzak hal bende şunu fark ettirdi ki; ben ne anlatırsam karşı tarafın anladığı kadar... O meşhur söz esasında.. Benim için şöyle oldu ; karşı tarafın hiç bir şey anlamadığını ve hatta onların kendilerinin bile bunu fark edemedikleri gerçeği ... Çünkü kendi dünyasında ki herhangi bir huzursuzlukla eş değer algılıyor benim derinliğimde ki can yakıcılığı... Nerden bilsin? Yalnız Allah, gene her daim. Ve fakat yaradılışımın dürtüsüyle dayanamayıp , belki bir telkinle düzelirim belli mi olur , sevdiğin insanın sözü başka olur merakı ve ihtiyacıyla ağzının içine bakmaya devam mı ediyorum? Evet. Yani esasında ben kendimi tekrar başka biçim ve stillerle yine kendime anlatıyordum. Bu da bana sesli düşünme olanağı veriyordu ki bu sayede belki ben kendimi biraz daha iyi anlıyor ve kendime bir adım daha yaklaşabiliyordum. Böylece manayla aram daha iyi olabilir , daha çok huzur da hissedebilirdim de. Belki ! Niye olmasın! Ve bu arada karşımda ki etten bir duvar gibi miydi! Olsun. Dinleme gayreti için de müteşşekkirdim zira artık onun bile yapılamama haline tanık olmuşluğum vardı. Ve bir navigasyon : Ezel aleminde ahbaplık edilen ruhlar aranıyor: Dünya'nın neresinde İstanbul Avrupa yakasında mevcut kaç kişi var ....? Yani belki tanıştık , çok yakınlaşamadık o dönem , belki şu belki bu... Kısacası bunu da bu şekilde bulamayacağımıza ve yalnızca Allah'ın karşımıza çıkarmasını umacağımıza göre... Genel mana da kendi kendimize konuşmaya devam. Nerdeyse.
Bana Her Şey Seni Hatırlatıyor
Dinlediğin şarkı... Küsmüş , dargın bir aşığın sitemli sözleri. Çok ağlamış, bırakıp gitti sanmış. Özlemiş.Öyle diyor. Diyorsun ki ne çok sevmiş kadını. Aslında hayır, mesele kadın değil. Minibüsle geçerken Levent metrosunda bir levha: Toplanma yeri. Belediyenin bir hizmeti olarak vatandaşa acil durum için asılmış bir levha gibi mi geliyor?Yo yo alakası yok. Bir adam dalmış , gözleri buğulu - bana öyle geliyor- eve gidip ordan maça nasıl yetişeceğini mi düşünüyor ? Kesinlikle hayır, ilgisi yok ! Ya da televizyonda sunucu ünlü şarkıcıya soruyor nasıl aşık oldun? Ballandıra ballandıra anlattığı , zaaflarının esiri , öfkesini dahi kontrol etmekten uzak ,her an ölmeye muktedir bu adamcağız mı yoksa? Tabii ki değil, daha neler ! Tiyatro seyrediyorsun , oyunculuk muazzam. Ya , bu insanlara helal olsun kendilerini nasıl yetiştirmiş bu kadar da iyi oynanılmaz mı diyorsun ?! Lütfen ama !
Az evvel gündelik hayatta , ekranda, sokakta , sosyal medyada gördüğü fakat olayların açıklamasını birazcık farklı izleyen , okuyan birin penceresini araladınız. Nasıl mı ? Baştan başlarsak : Şarkı aslında bir erkeğin kadına sitemli sözleri değildir; zaten ortada kadın da yoktur. Kadın vasıtasıyla yaşaması gereken duygu durumu vardır. Peki bu duygu hali esasında kimedir ? Tabii ki 'aslına.' Allah'ına. Allah'ının terk etme ihtimali ancak böylesi bir şarkı yazdırabilir ve bir kadın bahanesiyle aslına olan özlemi ve sitemi zuhur eder. Zira aslı onu terk ederse hali nice olacaktır. Levha da asılı kalan yazı tabii ki insanlar Allah için bir araya toplanabilir ancak bir deprem için olacak değildir ya. Zira deprem perdesinin ardında da Allah yok mudur! Metro da ki adamın maç için telaşasını bilmem ama o dalmış , buğulu gözler ancak ve ancak bir tefekkür ve Allah'ını anmış ve O'nda kaybolmuş birinin dalmışlık hali olabilirdi. Kendisi o an bunu fark etmese bile. Peki ya aşkını anlatan ünlü şarkıcı? Birine olan aşk hiç Allah'tan bağımsız olabilir mi?Zira Allah'tan gayrı hiç bir şey yok derken. Sen sakın adama olan aşkında aslında Allah'ına olan düşkünlüğünü anlatmış olmayasın. Oyunculuğunu, işini şahane bulduğumuz onca insan peki? Tabii ki bir emek vardı ve fakat Allah'ın yaradılıştan o konuyla ilgili bir zemini, potansiyeli vermese kim hangi emek ve gayretle bu kadar iyi oynayabilirdi? Hep Allah hep Allah vesselam.
Az evvel gündelik hayatta , ekranda, sokakta , sosyal medyada gördüğü fakat olayların açıklamasını birazcık farklı izleyen , okuyan birin penceresini araladınız. Nasıl mı ? Baştan başlarsak : Şarkı aslında bir erkeğin kadına sitemli sözleri değildir; zaten ortada kadın da yoktur. Kadın vasıtasıyla yaşaması gereken duygu durumu vardır. Peki bu duygu hali esasında kimedir ? Tabii ki 'aslına.' Allah'ına. Allah'ının terk etme ihtimali ancak böylesi bir şarkı yazdırabilir ve bir kadın bahanesiyle aslına olan özlemi ve sitemi zuhur eder. Zira aslı onu terk ederse hali nice olacaktır. Levha da asılı kalan yazı tabii ki insanlar Allah için bir araya toplanabilir ancak bir deprem için olacak değildir ya. Zira deprem perdesinin ardında da Allah yok mudur! Metro da ki adamın maç için telaşasını bilmem ama o dalmış , buğulu gözler ancak ve ancak bir tefekkür ve Allah'ını anmış ve O'nda kaybolmuş birinin dalmışlık hali olabilirdi. Kendisi o an bunu fark etmese bile. Peki ya aşkını anlatan ünlü şarkıcı? Birine olan aşk hiç Allah'tan bağımsız olabilir mi?Zira Allah'tan gayrı hiç bir şey yok derken. Sen sakın adama olan aşkında aslında Allah'ına olan düşkünlüğünü anlatmış olmayasın. Oyunculuğunu, işini şahane bulduğumuz onca insan peki? Tabii ki bir emek vardı ve fakat Allah'ın yaradılıştan o konuyla ilgili bir zemini, potansiyeli vermese kim hangi emek ve gayretle bu kadar iyi oynayabilirdi? Hep Allah hep Allah vesselam.
Henüz Uyanmadı
Ne zaman başkalarını rahatsız edecek seste müzik açan bir araç görsem , kaldırım da birbirine küfreden genç delikanlıları duysam , başkasını sanki hiç kendi yanlış yapmamış minvalinde kınayarak konuşanı duysam , dedikodu edildiğine şahit olsam , tanımadığı insanlarla ilgili kötü yorumlarını duysam , ölçüsüz şekilde söz ve eylemlerde bulunan birini görsem , anlayışssız ve sevgisiz bir tutumla karşılaşsam... Anlayışla , sevgiyle demek istiyorum ki içimden 'henüz uyanmadı.'
Allah'ın bizi sevdiği ve her an yardım ettiği ,bizim de O'nu taklit etmemiz gerektiğini bilmediğini, henüz uyanmadığını düşünüyorum. Rahatsızlık cihetiyle aşırı ses ve benzeri haller içinde Allah'ın kulları, aynı yolun yolcularını rahatsız eder miyim hasssasiyetini duymamasını yine bu uyanamamışlığa veriyorum. Tıpkı Matrix gibi. Ve tabii...Sevgili hocam Kenan Rifai'nin bir insanlık piri olarak üst komuşularının aşırı gürültülü eğlencelerine karşılık ne bir sitem ne bir kınama ne benim gibi bir analiz yapma ihtiyacıyla sadece ve sadece onların zevkinden bende zevk duyarım demesi... Zira her zevki O'ndan başka bir şey olmayan Güzel Allah'ımıza bağlaması... Ve zevki de Allah'la ilişkilendirmesi... Allah'ı merkekeze koyarak ve sevgiyle yapılan ; içsel bir zorlamayla , birine anlayış gösterme zaruretinden uzak , kendiliğinden yalın bir halle halledilen bu güzel hali edinmeyi Allah hepimizi nasip etsin inşallah. Amin.
Allah'ın bizi sevdiği ve her an yardım ettiği ,bizim de O'nu taklit etmemiz gerektiğini bilmediğini, henüz uyanmadığını düşünüyorum. Rahatsızlık cihetiyle aşırı ses ve benzeri haller içinde Allah'ın kulları, aynı yolun yolcularını rahatsız eder miyim hasssasiyetini duymamasını yine bu uyanamamışlığa veriyorum. Tıpkı Matrix gibi. Ve tabii...Sevgili hocam Kenan Rifai'nin bir insanlık piri olarak üst komuşularının aşırı gürültülü eğlencelerine karşılık ne bir sitem ne bir kınama ne benim gibi bir analiz yapma ihtiyacıyla sadece ve sadece onların zevkinden bende zevk duyarım demesi... Zira her zevki O'ndan başka bir şey olmayan Güzel Allah'ımıza bağlaması... Ve zevki de Allah'la ilişkilendirmesi... Allah'ı merkekeze koyarak ve sevgiyle yapılan ; içsel bir zorlamayla , birine anlayış gösterme zaruretinden uzak , kendiliğinden yalın bir halle halledilen bu güzel hali edinmeyi Allah hepimizi nasip etsin inşallah. Amin.
Şartların Öğrettiği
Fakir bir ailenin çocuğu olarak doğar ısrarla çalışarak ancak büro sekreterliği okursun.. Oda gerekmesede bir lütuf gibi gelir.. Küçük ya da orta ölçekli firmalarda belli sınıf zümreye hitabın olur , düşünce alışverişin olur .. Bu kadar olur .. Belki bir iki kitap .. Kitaplar .. O da zihninin formu kadardir alacakların... Doktor olur özel bir hastanede sosyete camiasına hizmet verirsin. Bu sefer konu ve konusmalar baska mecradadir ve algin değişir.. Farkinda olmadan ayrıcalıklı hissedersin bu ünlü kisveye hitabında ve doktorsan ve toysan .. Zengin bir ailenin iş yapmaya gerek duymayacak bir evladı olsaydın peki? Hani şu baba parası yiyen bir grubun üyesi? Peki sen ?Öyle doğsaydın çok mu farklı olacaktın? Mesela gidip demir mi dövecektin ?! Ya da zengin biriyle evlenen bir kadın olmak , sence nasıl bir yaşam planı ve karakter duruşu getirecekti? İyilik yaratma da bunu araç olarak kullanan bir multimilyoner eşi olarakta kullanabilirdik... Peki halden anlama kabiliyeti, gerçekten hayatın içinde olabilmesi, arka sokaklar da dolaşabilme ihtimali ve görse rahatsız olmak yerine merhamet duyma insanlığı... Kaçında ne kadar olacaktır? Koşulları ne kadar öğretebilecekti? Ya da orta sınıf bir ailede is yapmayan bi bölüm okur işsizlik ve mizaç yönüyle münzevi bi tip olarak var olursan...Hayata konuşmalar , diyaloglar üzerinde değil de kendi iç alemine göre şekil verirsin ve doğrusu artik senin için budur . Peki ne kadar doğru?! Kişi ve kurumlar her 'an' sen öğrenesin ve gelişesin diye bir şekilde karşına çıkarılır. Ne alırsan , ne verebilirsen. Bizim büyümemizde anne-baba rolü bir noktaya kadar etkili çünü rol-model ilk onlardan geliyor. Fakat bir şey eklemeliyim ki bizim eğitimimizi aslında önce ve her an Allah veriyor ve isterse rol model inşasını alaşağı ederek başka güzel insanlara dümen kırmamızı ve onlara yol almamızı sağlıyor. Nasıl mı ? Bize sunduğu, yarattığı imkanlar ölçeğinde bunu görebiliriz. Ezilmişsen bunu yaşamak nasip olmuşsa artık arka sıradakilere sırtını dönmemeyi öğrenmişsin demektir. Ya da başka bir şekille bu idrak sağlanır. Bunu sana Allah öğretir. Sen hiç farkında olmadan , kişilerle, o günkü diyaloglarla. Biri manasız gibi gelen ama güzel bir söz söyler mesela aklına takılır. Çünkü uyanması istenen bir güzelliği inşası için o cümle gereklidir ve Allah bunu sana sağlar. Ya da tüm gün evden çıkmaz televizyon izler ve bir film diyalogundan algında bir açılım olur anlamazsın bile. Bu kadar basit. Gerisi zaten geliyor. Bu arada cümle ya da konuya olan idrak ve düşkünlüğün yıllardır karşına çıkmayan o mevzuunun şimdi tesadüfen bulabilmiş olmandan değil. Allah'ın sen hazır olunca o konuyu karşına çıkarması ve en önemlisi o konuyla ilgilenmeni sağlayacak enerji ve sevgiyi oluşturma da içine 'meyil' vermesiyle ilgili. Tüm bu sıralanan yaşam formlarının beklenen ve tahmin edilen sığ ve sıradanlıklarının yok olması için gereken sadece bir 'meyil'. Bir üstad görmek sevmek gibi, bir şeye gönül vermek ve ordan dal budak edip bir çok konuya uzanması gibi. Sadece bir meyil. Ve denir ki neye meyliniz varsa durmayınız yapınız zira onu icraat için burdasınız. Ve o meyli alıp aşıp yerin de duramayan öylesi bir gayretle hayatta vücut olmuş insanlar da vardır ki ... Bu azim ve gayret hayata ve kendine inanabilen azınlık bir grup insanın elinde ve bu gücü önce Allah veriyor pek tabii ... Geriye kalan esas çoğunluk mesleki koşulları, arkadaşlık ilişkileri, doğuştan gelen mizacıyla sınırlı, algısı sınırlıve hayata kattığı sınırlı adeta bir sürü şeklinde devam ediyor . Ne acıklı... Daha da acıklı olan tecrübe edemediği çünkü hayatın o olanağı kendisine şimdilik tanımadığı halleri yargılaması ve biliyor minvalinde konuşması ve çoğu kez de yanılması. Kenan Rifai 'nin dediği gibi 'ben olsam yapmazdım deme, çok aciziz.' O değiliz, o olmadan bilemeyiz, o kişi dünyasını algılamamız çok güç..Sınırlı azınlıktakiler "Uyumsuzlar" filminde ki başrol oyuncusu Beatrice gibi sanki.. Ne mutlu onlara ! Onlara benzeyebilenlere! Ve bilmiyorum diyebilenlere !
6 Temmuz 2019 Cumartesi
Kendini Okumak İçin Yaz
Dünyadeyken ne demek? Yarın öğlen sıralarında 30 yaşımı doldururken , hocamla geçirdiğim 6 buçuk ay sonrası fark ettiğim ; hiç bir zaman hiç bir şey için işte bunun için ben burdayım diyemeyeceğim gerçeğini idrak etmem oldu.Yani şarkı söylemek , ünlü bir blogger olmak, kitap yazmak , anne olmak ,bir dalda uzmanlaşmak vs vs. hiç biri için burda değildim, olmayacaktım.. Bunlar bu dünya sahasında gelip geçerken edinen birer sıfattı ve hakikati yansıtmıyordu. Çok basitçe gerçeğim ; kuldum. Yani bu kulağa hiç değişik, ayrıcalıklı, seçilmiş , farklı gibi gelmeyen bu tek kelimelik ifade hayatımın bir sözcüklük uzantısıydı. Madem durum buydu. O halde esas gideceğim yer için bir hazırlık evresi sayılan , herkesin , nice güzel insanların gelip geçtiği bu yerle ilgili bir kaç yazı kaleme alabilir , kendime anı yaratabilirdim. İsmi de tüm bu yalınlık cihetiyle sadece dünyadeyken olabilirdi.
Yoksa Her Soyutsal ifade Bir Yerde Vücut Mu Buluyordu?
22 Aralık 2018 gecesi sonrası hayatımda aynı duran ama çokça değişen olaylar sonrasında şunu fark ediyorum... Herkesin , bir çok insanın ya da, doğduğu andan beri -nerdeyse- takındıkları normal davranma, olayları tatlı karşılama, huzur duyma hali bende çok çok sonra meydana geldi ki... biraz düşününce bu kıyas sağlıklı değil. hiç hemde. Herkesin alacağı şeyi farklı bu dünya sahasında herkesin umduğu huzur ve güzelliği geç ya da erken yakalaması aslında biraz da ne aradığıyla alakalıydı. Eğer meselesi evlilikse bir kadının bu erek ve huzur tatmini birinin bulunmasıyla hemen karşılanabilirdi. Ya da araba almak isteyen bir adamın sabırla para biriktirmesi gibi. Peki ya kendini tanımak istiyorsan ve içinde bir yerlerde böyle bir eğilim duyuyorsan o zaman seni ne mutlu edebilirdi. Bu dünyada?! Bu isteğin bu dünyada bir karşılığı olabilir miydi? Allah sa mesele her şeyin bir karşılığı vardı ve işte Kenan Rifai Hazretleri. Her talebi karşılayan zira o talebide veren Allahımız tabii ki seni de boşlamayacaktı ve fakat zamanı , gelişi , oluşu her şey başkaydı ama ne gam !